Ana SayfaGenelDavid Dudi Califa: “İstanbul dünyanın en mutluluk verici yeri”

David Dudi Califa: “İstanbul dünyanın en mutluluk verici yeri”

David Dudi Califa, dünyanın en iddialı gurme seyahat rehberlerinden biri. İsrail merkezli şirketi Hungry Tourist [Acıkmış Turist] ile uluslararası grupları yeryüzünün gastronomi merkezlerine götürüyor, en leziz yemekleriyle tanıştırıyor. Hayatta en sevdiği yer ise İstanbul. 19 Mart 2016’da yaşadığı büyük trajediye rağmen bu şehre inancıyla hayata tutunmuş, İstanbul’un gerçek âşıklarından biri. Dostumuz David Dudi Califa, dostlarını kaybettiği intihar saldırısını ve yemeğin onu nasıl hayata döndürdüğünü anlattı.

Röportaj: Çınar Oskay
Fotoğraflar: Rena Effendi

Önce zor konuyu konuşalım. Gezileriniz sırasında çok büyük bir trajediye maruz kaldınız. Biliyorum, sizin için çok zor ama ne olduğunu anlatabilir misiniz?
İstanbul’a götürdüğümüz altıncı gruptu. Günler geçtikçe insanları sanki uzun süredir tanıyormuş gibi çok yoğun bir duygu yaşıyorsunuz. Kahvaltıda, öğle yemeğinde, akşam yemeğinde, şehirde gezerken, muhabbet ederken insanlar yakınlaşıyor. Üçüncü günümüzde çoktan bir aile olmuştuk. İstiklal’de kahvaltı etmeye gittik. Sonra Köfteci Hüseyin’e gidiyorduk. Üç dakika sonra biri geldi ve önümüzde kendini patlattı! Gözlerimi açtım ve…

Saldırganı gördünüz mü? Ne hatırlıyorsunuz?
Hayır, görmedim. Sesi hatırlıyorum. Sabah 11 civarı. Gözlerimi açtım ve İstiklal Caddesi bomboştu. Biz orada bir amaçla gezen tek gruptuk.

Bilerek mi size geldi?
Evet, doğrudan, sokağın başından önümüze geldi. Biz Taksim’e doğru gidiyorduk.

Bizim hayalimiz İsrail’deki ve Türkiye’deki insanlar arasında arkadaşlık köprüsünü kurmaktı. Bize karşı işlenen suç aslında İstanbul’a karşı, Türklere karşı işlenen bir suçtu. Çünkü tek istedikleri bizim Türkiye’ye gitmememiz ve eğer gitmezsek, onlar kazanır.

Turist olduğunuzu mu anladı?
Evet, yabancıydık, turisttik. Bunu yapmak istedi. Sonra gözlerimi açtım ve yakın arkadaşlarımın ölmüş olduğunu gördüm. Herkesi yerde kanlar içinde gördüm… Hayatımdaki en en en kötü an… Yerdeyim, kız arkadaşım yanımda. O da yaralı, ben de. Dedi ki “Dudi, hayalimiz artık öldü.” Bizim hayalimiz İsrail’deki ve Türkiye’deki insanlar arasında arkadaşlık köprüsünü kurmaktı. “Evet, haklısın” dedim. Sonra canlı bombayı gördüm, 10 metre ilerde, yerde yatıyordu. Etrafa saçılmış gibiydi, ona baktım ve “Lanet olsun, beni yenmene, kazanmana, hatta iki kere kazanmana izin vermeyeceğim. Arkadaşlarımı benden alıp bir de çok sevdiğim bir yere gelmemi engellemene izin vermeyeceğim” dedim. Bize karşı işlenen suç aslında İstanbul’a karşı, Türklere karşı işlenen bir suçtu.

Türkiye’deki insanlar da böyle hissettiler.
Tabii ki, tıpkı bizim İsrail’de yaptığımız gibi. Kudüs’te bir bomba patladığı zaman, sanki İsrail onu öldürmüş gibi oluyor. Bu, ülkeye karşı işlenmiş bir suçtur. Çünkü tek istedikleri bizim Türkiye’ye gitmememiz ve eğer gitmezsek, onlar kazanır.

Buraya yeniden gelmeye nasıl karar verdiniz?
Beş ay boyunca evde oturdum. Çok depresif bir haldeydim. Rüyalarımda, İstanbul’da nereye gidersem gideyim teröristler vardı. Mesela otelin havuzunda oturuyorum ve Boğaz’dan teröristler geliyor. Korku, hayatımda en nefret ettiğim şey. Bu duygunun insanı sadece durdurduğunu ve bütün potansiyelini öldürdüğünü düşünüyorum. “Bununla başa çıkmalısın, İstanbul’a geri dönmelisin” dedim kendime.

Politik gerilimle ‘gerçeklerden kaçarak’ başa çıkıyoruz. İnsan beyni her zaman ciddi şeyler düşünemez, bundan kaçar. Türkiye’de de böyle. Eğer bunu yapmazsan, normalliğini kaybetmeye başlarsın.

“İSTANBUL’A YENİDEN GELMEK İLACIM OLDU.”
Psikoloğunuz da bunu mu önerdi?
Hayır, psikoloğum dâhil herkes şiddetle karşı çıktı. Ben “Gidiyorum” dedim. Beş ay sonra ilk defa İstanbul’a gittim ve resmen aşkla yıkandım. Restoranlara, arkadaşlarımın yanına gittim. Bana baktılar ve donakaldılar. Çünkü, olan bitenin benim grubumun başına geldiğini duydular ama kimlerin öldüğünü duymadılar. Herkes ağlamaya başladı. Herkes! Doğru şeyi yaptığımı hissettim. İstanbul’a yeniden gelmek benim ilacım oldu. İnsanlar Türkiye’ye tekrar tur yapıp yapmayacağımı sormaya başladı. Kendime şöyle dedim: “Benim ve arkadaşlarımın başına gelenlerden ben sorumlu değilim. Ama onları oraya benim götürdüğüm gerçeğinden de kaçamam.” Ben de bir daha insanları İstanbul’a getirmemeye karar verdim. Ama çok şanslıyım ki Sinan (Hamamsarılar), İstanbul’u benden daha iyi tanıyor ve bu şehri, yemek kültürünü benim gibi tutkuyla yaşıyor. Sinan benim ruh eşim. Bugün İstanbul’da turları o yapıyor, onun bilgisi benimkinden 100 kat daha iyi.

Ortadoğu’nun tam ortasında yaşıyorsunuz. Bitmeyen politik gerilimle nasıl başa çıkıyorsunuz?
‘Gerçeklerden kaçarak’ başa çıkıyoruz. İnsan bedeni, kendini korumak için programlanmış. Yaşamsal bir problem varsa bedenin sana ‘dikkatli ol’ der. Burada da aynı. İnsan beyni her zaman ciddi şeyler düşünemez, bundan kaçar. “Hadi kumsala gidelim, hadi sinemaya gidelim” der. Türkiye’de de böyle. Yoksa normalliğini kaybetmeye başlarsın.

BİR MASANIN ETRAFINDA TOPLANMAK
Siz de zaten yemek kültürüne odaklanmışsınız.
Bu kasten yaptığım bir şey. Yemek ve politika arasında güzel bir bağlantı olmasına rağmen, bilerek politikaya dokunmuyorum. İstanbul’a turlar düzenlemeye başladığım zamanlarda sizin lideriniz ve bizim liderimiz konuşmalarıyla aklımızı karıştırıyorlardı. Bir gün arkadaş olduk, ertesi gün bir anda düşmandık. Ve biz insanlar, bunların neden olduğunu anlamıyorduk. Benim için İstanbul dünyanın en mutluluk verici yeri. İstanbul’da ‘Nerelisin’ sorusuna bir kere bire ‘İsrailliyim’ demediğim olmamıştır. Bir kere bile!

İnsanlar neredeyse aynı, değil mi?
Filistin’deki veya Suriye’deki bir şehirde farklı mı? Bir masanın etrafında toplanırsak ve sadece yemek yersek, bu bizi bir araya getirir. Biz savaşın içinde olmak, düşman olmak istemiyoruz. Çocuklarımızı okula göndermek, gelişmek ve saygı duyulmak istiyoruz. Çoğu zaman, bu savaşların ve çatışmaların sebebi liderler ve politika. Güçlerini koruyabilmeleri için bir düşmana ihtiyaçları var. Kontrol etmelerinin tek yolu: Korku.

Filistinlilerle ilişkileriniz nasıl?
Politikadan kurtulmak lazım. Yüz yüze geldiğimizde arkadaş oluyoruz. Düşünsene, bütün bu bölge: Filistinliler, Lübnanlılar, Suriyeliler, Türkler, İsrailliler, Iraklılar, İranlılar… Hepimiz aynı kökten geliyoruz. Zihniyetimiz ve görünüşümüz çok benziyor. Bir Fransız’a, İngiliz’e göre birbirimize çok daha fazla benziyoruz.

Keşke mümkün olsaydı da İstanbul’dan arabayla yola çıkıp Halep’e, Beyrut’a, Hayfa’ya, Tel Aviv’e seyahat edebilseydik. Ne muhteşem bir rota olurdu…
Ben bunun hayalini o kadar çok kurdum ki. Mısır’da, Lübnan’da, İsrail’de, Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Emirlikler’de, Suudi Arabistan’da, Kuveyt’te ekonomik bir bütünlük düşün… Arabaya atla, Suriye’ye, oradan Irak’a, Bağdat’a git. Avrupa Birliği gibi. Onlar bunu yapabiliyor, biz neden yapamıyoruz? Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama biri bu hayali kurabilse, dünyayı biz yönetirdik. Buradaki bilgelik, kaynak, hayal gücü, sanat, akıl ve tarihle kimse önümüzde duramazdı. Birbirimize düşman olmak yerine bir araya gelebilsek… Bunu yapmaya İstanbul’da başladım.

“DUYDUKLARINIZ GERÇEK DEĞİL”
Nasıl?
Beş yıl önce, kız arkadaşımla yemek için dünyayı dolaşırdık. İstanbul’a da çok giderdik. Çok pahalı değil, ulaşılabilir. Sosyal medyada yayınladıklarımızı görenler “Bizi de götürün” demeye başladı. Birçok insan da, “Neden Türkiye’ye gidiyorsun, onların ekonomisine yardım ediyorsun?” diyordu. Hep aynı şeyi söyledim: “Duyduklarınız gerçek değil. Haberlerde duyduklarınız İstanbul’da deneyimlediklerimizle örtüşmüyor.” İstanbul’da kendimiz gibi insanlar bulduk, güvenebileceğimiz, sıcak insanlar. Üstelik yemekler en iyisi. Çünkü her şey Türkiye’de başlamıştır. Çok uzağa gitmene gerek yok, tarihe bakmak yeterli. İmparatorluk yöneten bir sultan, her şeye, her yere ulaşabiliyor. İstanbul’daki sarayında, bin kişinin çalıştığı bir mutfağı var. Bütün aşçıların tek istediği, sultanın yüzünü güldürecek o yemeği yapan dâhi olmak. Bu da dâhileri ve yemek kültürünü oluşturuyor. Bu küresel bir aşçılık sanatı laboratuvarı demek. Tarihte hiçbir yerde böyle bir şey görülmemiştir. Çin’de bile.

Belki eski Roma?
Onlar da yemek yemeyi severdi ama yemek kültürleri yoktu. “Dünyanın her yerini gezdim” diyebilirim, yemek kültürlerine bakarım. Yemek olan yerler değil, yemek kültürü olan yerlere. ‘Yemek kültürü’ dediğimde, normal ve basit insanlara bakıyorum ben, zenginlere değil. Yemeğin insanların hayatında ne kadar önemli olduğunu görüyorum. Herkes sürekli yemek düşünüyor. Uyanıyorsun, öğlen yemeğini düşünüyorsun. Onu yerken akşam ne yiyeceğini düşünüyorsun. Etrafta bir sürü restoran olsa da çoğu zaman haftada dört kere aynı yere gidiyorsun. Yemek kültürü budur. Almanya, İngiltere gibi yerlerde, hayatta kalmak için yemek yerler. Burada ise daha çok yemek için hayatta kalırsın.

Türkiye’de ne yaptım ben, neden arkadaşlarımı kaybettim? Çünkü “Türkiye’deki insanlar da aynı bizim gibi” cümlesini İsrail’de yaymak istedim. İnsanlar boşu boşuna ölmediler.

Son zamanlarda Türkiye’de insanlar basit ve hızlı yemekler aramaya başladı. Yemek kültürümüz tehlikeye giriyor gibi hissediyoruz.
Hiç sanmıyorum. İstanbul’a gittiğimde, lüks restoranlara veya modern mutfaklara gitmiyorum. Çünkü Türk yemeklerinin mükemmel olduğunu düşünüyorum. Yüzlerce yılda zaten bütün yemekleri mükemmelleştirmişler. İmambayıldının tarifi orada, bu tarifle oynayıp değiştirmenin ne anlamı var? Gidin başka bir şey icat edin. İzmir’deki Od Urla gibi kendi yemeklerini yapanlar var. Türk ürünlerinden yepyeni şeyler yaratıyorlar. Her şey var Türkiye’de; balık, deniz ürünleri, bütün sebzeler…

Peki, şimdi planlarınız neler?
Türkiye’de ne yaptım ben, neden arkadaşlarımı kaybettim? Çünkü “Türkiye’deki insanlar da aynı bizim gibi” cümlesini İsrail’de yaymak istedim. Pembe bir portre değil ama gerçek bir portre çizebilmek için. Tersini de yapıyoruz. Bodrum’a veya İzmir’e gitmek yerine insanlar İsrail’e geliyor. Onlar da Türklere normal ve modern İsrail’in portresini çiziyorlar. Katil değiller, terörist değiller, hayatı seven insanlar. Bir çemberi tamamlamak gibi, burada bir anlam, bir amaç var. İnsanlar boşu boşuna ölmediler. Bir gün, her şey normale dönecek. Bu benim hayalim…

KUDÜS İLE TEL AVİV’İN FARKI
Tel Aviv çok özgün bir şehir. En çok hangi özelliğini seviyorsunuz?

Özgür bir şehir. Burada istediğin herkes olabilirsin. ‘Gay’ olabilirsin, ‘straight’ olabilirsin. Siyah, beyaz, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman olabilirsin. Herkes seni olduğun gibi kabul eder.

Hayat nasıl akar Tel Aviv’de?
Tel Aviv hiçbir zaman uyumaz! Normal zamanda sabah beşte insanlar kulüplerden çıkıyordur. İsrail’de yaşayanlar, Tel Aviv’in farklı bir devlet gibi olduğundan yakınır. Tıpkı İstanbul gibi; çok kozmopolit ve hoşgörülü bir şehir.

Kudüs’le Tel Aviv’in farkı ne?
Kudüs epey kasvetli, çok ciddi. Demografisi ve tarihi işi zorlaştırıyor. Kudüs’te fikir çatışması çok fazladır.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Populer Yazılar