İstanbul’un en göz alıcı, en merak uyandıran kiliselerinin başında hiç şüphesiz Balat’taki Sveti Stefan Bulgar Kilisesi, nam-ı diğer Demir Kilise gelir. 2011 yılından beri restorasyon nedeniyle kapalı olan kilisedeki çalışmalar yakında bitiyor.
SARO DADYAN
Gösterişli mimarisi, İstanbul’da inşa edilmiş ilk prefabrik yapı oluşu, her şeyden bağımsız ayrı bir dünya gibi Balat’ın yanı başında ama semtin dışında 10 yıllardır varlığını devam ettirmesi Bulgar Kilisesi’nin cazibesini bir kat daha arttırır. Ardı ardına İstanbul’un en güzel kilisesi seçilen ve listelerde hep ilk sıralarda yer alan bu kilise aynı zamanda İstanbul’da artık tarihe karışmaya yüz tutmuş ve haklarında çok da bir şey bilinmeyen eski ve küçük bir cemaatin tarihini de bünyesinde barındırıyor. 2011 yılından beri restorasyon nedeniyle kapalı olan kilisedeki çalışmalar son günlerine yaklaştı, önümüzdeki günlerde ibadete açılması bekleniyor derken yapıdaki onarım çalışmaları bir sene daha uzatıldı. Her şeye rağmen kilisenin etrafındaki perdeler kaldırılınca uzun zamandır görmeye hasret kaldığımız bu görkemli yapı ile yeniden karşılaştık. 1839 Tanzimat Fermanı’na kadar Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki gayrimüslim halkın idaresi Ekümenik Patrikhane, Ermeni Patrikhanesi ve Hahambaşılığı’nın vasıtasıyla sağlanıyordu. İmparatorluğun halkları arasında yer alan diğer milletler devlet nezdinde resmen tanınmıyordu ve Bulgarlar da bu milletlerden bir tanesiydi. Ortodoks olan Bulgarlar, Ekümenik Patrikhane’nin idaresi altındaydı ve bu nedenle çoğu zaman kendi ana dillerinde eğitim alıp ibadet edemiyor, bu ihtiyaçlarını Rumca karşılamak zorunda bırakılıyorlardı. Fakat 1700’lü yılların sonlarında başlayan Bulgar milliyetçiliği ile Bulgarlar Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak kendi kiliselerini ve okullarını kurabilmek için çeşitli alanlarda çalışmalar yürüttüler.
1839 Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yeni ilkeler Bulgarların, kendi cemaat idarelerini kurabilmelerinin, kendi kilise ve okullarını açabilmelerinin önünü açtı. Sultan İkinci Mahmud ile Sultan Abdülmecid’in danışmanlığını üstlenen Bulgar asıllı Stefan Bogoridi, İstanbul’da inşa olunacak ilk Bulgar kilisesinin öncülüğünü üstlendi. Bogoridi aynı zamanda saray tercümanlığı ve Sisam Prensliği gibi makamları elde etmiş gerek Osmanlı gerekse de Rus idarecileri tarafından yakından tanınan ve saygı duyulan bir isimdi. Dolayısıyla onun öncülüğü, Bulgar Kilisesi’nin inşa işini daha da kolaylaştırıyordu.
31 Temmuz 1849 günü Bogoridi, Hacı Stefan Kalfa ile görüşerek inşası planlanan Bulgar Kilisesi’nin nereye inşa edileceği ve nasıl bir mimariye sahip olması gerektiği üzerine konuştu. Hacı Stefan Kalfa, 1844 yılında Babıali’nin inşasında çalışmış ve bu sayede İstanbul’da ismini duyurabilmiş bir mimardı. 6 Ağustos 1849 günü konağında Bulgar cemaatine mensup bir kalabalığı ağırlayan Bogorodi, inşa olunacak kilise için yaptıkları çalışmaları anlattı ve bu kilise için Balat’taki arazisi ile arazinin üzerinde bulunan ahşap depo ve ahırını cemaate bağışladığını duyurdu.
Prens Bogoridi ile Hacı Stefan Kalfa’nın yaptıkları görüşmeler neticesinde bu arazi üzerine biri büyük, diğeri küçük iki kilisenin ve bir metoh binasının, yani papaz evinin inşasına karar kılındı. 17 Ağustos 1849 günü yapılan ikinci toplantıda ise Hacı Stefan Kalfa, inşa edilecek Bulgar kilisesinin planlarını getirerek bunları cemaat ile paylaştı. Toplantıda hazır bulunanlar bu projeyi kabul etti ve işlerin yürütülmesi için bir kilise yönetim kurulu seçilerek, resmi izinlerin alınması için Stefan Bogoridi’nin Babıali’ye başvurması kararlaştırıldı. Tüm hazırlıkların tamamlanmasının ardından 17 Eylül 1849 günü Stefan Bogoridi, Babıali’ye İstanbul’daki ilk Bulgar kilisesinin inşa izni için bir dilekçe verdi. Bulgarların Rumlara karşı bir denge unsuru oluşturacağını düşünen ve Bulgarların Ruslara yanaşmasını istemeyip Osmanlı’ya olan bağlılıklarını kuvvetlendirmeyi düşünen Babıali ise bu isteğe sıcak baktı. Olay fazla uzatılmadı ve Stefan Bogoridi’nin dilekçe vermesinden altı gün sonra Sultan Abdülmecid, yayınladığı bir ferman ile Bulgarların kendi dillerinde ibadet edecekleri, kendilerine ait bir papaz evi inşa etmelerine müsaade ettiğini bildirdi.
Padişahın müsaadesinin ardından hiç vakit kaybetmeksizin Prens Stefan Bogoridi’nin bağışladığı Balat’taki arazisinin üzerinde bulunan ve depo ile ahır olarak kullanılan iki katlı yapının düzenlenmesine girişildi. Birkaç haftalık bir çalışmanın ardından bu eski ahşap yapı bir kiliseye çevrildi. 9 Ekim 1849 günü ise Prens Stefan Bogoridi’nin de katıldığı büyük bir topluluğun huzurunda İstanbul’un, hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Bulgar Kilisesi’nin açılışı yapıldı. Slavca yapılan açılış ayinini ise Szopol Metropoliti yönetti ve bu kiliseye Stefan Bogoridi’nin anısına Aziz Stefan anlamına gelen Sveti Stefan adının verilmesi kabul edildi.
Açılışın hemen ardından ahşap kilisenin arkasına bir metoh binasının, yani papaz evinin inşasına başlandı ve 1850 yılında inşaat tamamlandı. 1980 yılında Haliç bölgesinde yapılan yıkımlar ve yol yapım çalışmaları nedeniyle kiliseden ayrılan bu yapı bugün yolun karşı tarafında ve alçak bir seviyede kalmış, terk edilmiş bir halde bulunmaktadır. Bir müddet kullanıldıktan sonra yıkılması ve yerine daha büyük bir kilise binasının inşa edilmesi düşünülen bu ahşap yapı tam 49 yıl boyunca İstanbul’daki Bulgar cemaatine ev sahipliği yaptı.
Ahşap kilisenin açılışından yedi ay kadar sonra, 14 Mayıs 1850’de Bulgar kilisesi yönetim kurulu, daha büyük, daha kullanışlı ve kagir bir kilise binasının inşa edilmesine karar verdi ve inşaat için çalışmalara başladı. 1858 yılının ilkbaharında Babıali’den yeni kilisenin inşa izninin alınması için Bulgar cemaati, Rum patriğinden aracı olmasını rica etti. Rum Patriği de Sultan Abdülmecid’e başvurarak kilisenin küçüklüğünden ve harap olduğundan bahsederek yerine daha büyük ve kagir bir yapının inşası için müsaade edilmesini rica etti. Osmanlı sarayı bu dileği de kabul etti ve 28 Eylül 1858 günü Sultan Abdülmecid, Bulgarların eski kiliselerinin yerine daha büyük ve kagir bir kilise inşa etmelerine müsaade ettiğine dair bir ferman verdi. Bulgar cemaatinin yeni kilisenin inşası için başvurdukları ilk isim Mimar Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşler oldu. Fossatiler daha önce Ayasofya restorasyonunu idare etmeleri, Bizans mozaiklerini ortaya çıkarmaları ve Bizans mimarisi hakkındaki çalışmaları nedeniyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmışlardı. Fossatiler’in Bulgar kilisesi için hazırladıkları proje de neobizans tarzında, kubbeli, girişinde iki kulenin yer aldığı görkemli ve büyük bir yapıydı.
Fakat yeni kilisenin inşası talihsizliklerle başladı. Çünkü ahşap kilisenin olduğu arazi çürüktü ve böylesine görkemli bir yapıyı taşıyabilecek durumda değildi. Bu yüzden, öncelikle 8 Mayıs 1859’da zeminin kuvvetlendirilmesi için çalışmalara başlandı. Tam 260 işçi günler boyunca hiç ara vermeksizin 9- 10 metre uzunluğundaki yüzlerce çam ağacı kazıkları zemine çaktılar. Ayrıca yapı inşa edildikten sonra zeminin kaymaması için kıyı temizlenerek her biri 13- 14 ton ağırlığında olan 33 adet büyük taş blok sahil şeridine yerleştirildiler. Zemini güçlendirme çalışmaları tamamlandıktan sonra da 6 Kasım 1859 Pazar günü düzenlenen görkemli bir törenle kilisenin temelleri atıldı. Temel atma töreninde yaşananları Tsarigradski Vestnik isimli haftalık Bulgarca Gazete şu satırlarla anlatıyordu:
“Geçen sayımızda bildirdiğimiz tören çok görkemli geçti. Katılanların sayısı iki bin kadardı. Törene Fener Rum Patriği ile Kudüs, İskenderiye ve Antakya patrikleri de davet edilmişlerdi. Patrikler yanlarında kutsal Sinod üyeleriyle birlikte geldiler. Bu kişilerin daha önce başka hiçbir törende bir araya geldiği duyulmamıştı. Rus elçisi Labanov törene elçilik erkanıyla birlikte katıldı. Sırbistan Kapıkahyası Bay Petronieviç de gelmişti. Yunan elçisi davet edilmiş fakat yetişememişti.
Bütün bu saygıdeğer kişiler töreni, özel olarak hazırlanmış, ahşaptan, üstü örtülü bir tribünden izlediler. Tribünün arka duvarına padişah hazretlerinin bir portresi asılmış, göz alıcı çiçeklerden görkemli bir çelenkle de süslenmişti. Önde de merhum Knez Stefan Bogoridi’nin bir portresi asılıydı. Törenin başlamasından bir süre sonra Knez Stefan Bogoridi’nin oğlu Nikolaki Bogoridi yerinden kalktı, Fener Rum Patriği ile beraber temelin yanına gittiler. Orada kutsama duasının okunmasından sonra Knez, içinde, yeni bir altın Türk lirası, bir beyaz Mecidiye ve bir bakır kuruş, üstünde kilise kurulu üyelerinin adlarının, törenin yapıldığı tarihin ve bir de ilk temel taşını koyacak kişi ile mimarın adının kazındığı bir bakır levha, gümüşten küçük bir mala, küçük bir çekiç ve bir duvar fırçası bulunan, ayrıca İstanbul’da yayınlanan çeşitli dillerdeki gazetelerin son nüshalarının bulunduğu bir kutuyu, temel taşında oyulmuş olan özel yere yerleştirdi, üstünü Horasan harcıyla kapattı. Ardından bu taşın üstüne ikinci bir taş kondu ve hepsi çepeçevre Horasan harcıyla sıvandı.”
Böylelikle Fossati’nin projelerini çizdiği yeni betonarme kilisenin inşasına başlandı. Fakat bu kilisenin bitirilebilmesi hiçbir zaman mümkün olmadı. Çünkü yapılan zemin sağlamlaştırma çalışmaları yeterli olmamış ve örülen duvarlarla birlikte temeller de denize doğru kaymaya başlamıştı. Bununla birlikte, kilisenin inşası için cemaatten toplanan hayır paraları çoktan bitmeye başlamıştı ve yeni bir zemin sağlamlaştırma çalışması yaptırmanın imkanı yoktu. Bu nedenle 1860 yılında kilise inşaatı durduruldu. Uzun yıllar boyunca da yeni bir inşaata başlamak kimsenin aklına gelmedi ve böyle bir para bulunamadı.
Ta ki 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’na kadar. Osmanlıların yenik çıktığı bu savaşla birlikte Bulgaristan’ın temelleri atıldı ve Osmanlıya bağlı özerk Bulgaristan Prensliği kuruldu. Yeni kurulan prenslik Balat’ta yarım kalan kilise inşaatını bir prestij meselesi haline dönüştürdü ve inşaatın masraflarını karşılamayı yeni kurulan Bulgar hükümeti üzerine aldı. Nisan 1887’de yeniden başlaması düşünülen inşaat için ahşap kilisenin etrafında bulunan bazı evler de Bulgaristan Prensliği tarafından satın alındı. Rus Çarı da Bulgaristan’ın bu coşkusuna kayıtsız kalamadı ve henüz inşaatı başlamayan Sveti Stefan Kilisesi için dökümleri ile meşhur Yoraslavl kentinde altı tane çan döktürerek bunları İstanbul Bulgar cemaatine hediye etti.
Yeni kilisenin inşası için çalışmalara başlayan Bulgaristan Prensliği, 1888 yazında kilise projesi için uluslararası bir yarışma düzenledi. Yarışmaya üç mimarın katılmasına rağmen prensliğin tüm şartlarını tam zamanında yerine getirebilen tek mimar, İstanbullu Ermeni bir mimar olan Hovsep Aznavur oldu. Aznavur, çizdiği kilise projesini, onaylanması için Sofya’ya gönderdi. Bulgar hükümeti de Aznavur’un projesini tüm ekleri ile beraber 9 Ağustos 1888’de onayladı ve kilisenin inşa süreci resmen başlatılmış oldu. 23 Şubat 1889’da Bulgaristan’ın Dışişleri Bakanlığı ile Din İşleri Bakanlığı bir araya gelerek inşaat çalışmalarının yürütülmesi ve denetlenmesi için özel bir komisyon kurdu. Komisyonun başına ise İstanbul’daki Bulgar Erksahı yani bir anlamda patriği olan Birinci Yosif getirildi. Birinci Yosif 20 Mayıs 1889’da Adliye Nezareti’ne başvurarak kilisenin inşası için Osmanlı makamlarından da resmi izinleri istedi. Bir taraftan da kilisenin inşası için gereken parayı bulabilmek için cemaatten bağış toplamaya başladı.
Mimar Hovsep Aznavur, yeni kilise için 1859’da Fossati’nin çizdiği projenin daha küçük bir versiyonunu planlamıştı. Fakat bu projenin de uygulanması toprağın elverişsizliği nedeni ile mümkün olmadı. Bunun üzerine Aznavur, daha önce yaptığı çizimlerin boyutlarını daha da küçülttü ve kilisenin inşasına başlandı. Öncelikle Mimar Aznavur’un gözetiminde 1859’da atılan temeller kaldırıldı ve zemin hafriyattan temizlendi. Nisan 1891’de temizleme işleri sona erdikten sonra, zeminin güçlendirilmesi için toprağa kazık çakılmaya başlandı. 10- 12 metre uzunluğunda 300 kadar kazık çakılması planlanıyordu. İlk günlerde çalışmalar kol gücüyle devam etti. Fakat 15 kadar işçinin her gün çalışmasına rağmen bir kazığı ancak bir haftada çakabildiği görülünce İngiltere’den kazık çakmak için buharlı bir makine getirilmesine karar verildi. 12 Haziran 1891 günü İngiltere’den sipariş edilen buharlı makina İstanbul’a vardı ve bu makinanın sayesinde bir günde bir kazık çakılmaya başlandı. Kazık çakma işlemi sona erdikten sonra, kazıkların üstte kalan kısımları meşe ağacından parçalarla birbirlerine bağlandılar. Bağlanan kazıkların üzerine taş bloklar döşendi ve bu blokların üzeri de kireç harcından bir katmanla kaplandı.
Böylelikle Nisan 1892’ye gelindiğinde zemin sağlamlaştırma çalışmaları nihayete ermiş oldu. 26 Nisan 1892 günü ise Bulgar Erksahı Birinci Yosif ’in yönettiği dini bir tören ile kilisenin temel atma töreni gerçekleştirildi.
Fakat kısa sürede bu projenin de inşa olunamayacağı anlaşıldı. Bütün ümitler tükenmiş ve neredeyse yeni kilisenin inşasından vazgeçilecekken Hovsep Aznavur, yeni bir öneri getirdi. Çürük zemini zorlayacak, toprağa baskı yapıp devamlı kayma tehlikesi olan betonarme bir kilise inşa etmek yerine, daha hafif, daha sağlam, depreme daha dayanıklı ve toprağa daha az baskı yapacak demir bir kilisenin inşası Balat için daha uygun olacaktı. Ayrıca prefabrik olarak fabrikada üretilecek olan bu demir kilise bir tehlike söz konusu olduğunda sökülerek İstanbul’un başka bir köşesine de inşa olunabilecekti.
Aznavur bu projesini hem Birinci Yosif ’e, hem de Bulgar hükümetine kabul ettirebildi. Bunun üzerine 1892 yılının sonlarında Bulgaristan, Balat’a inşa olunacak demir kilisenin döküm işini yapacak fabrikayı bulmak üzere uluslararası bir yarışma düzenledi. Yarışmayı Viyana’da bulunan R. Ph. Waagner firması kazandı ve Hovsep Aznavur’un çizdiği projede ufak değişiklikler yapan fabrika mühendisleri hemen kilisenin parçalarının dökümüne başladı. Demir parçaların dökülmesi yaklaşık olarak üç sene kadar sürdü ve nihayetinde 2 Ekim 1895 günü çalışmalar tamamlandı. Kilisenin herhangi bir eksiğinin olup olmadığını görmek isteyen mühendisler, kiliseyi öncelikle fabrikanın avlusunda kurdular ve bir asırdan fazladır Balat’ı süsleyen Demir Kilise birkaç hafta boyunca Viyana’daki fabrikanın avlusunda arzı endam etti. Hazır kilise kurulmuşken Viyana’daki fabrika kilisenin iç süslemelerinin de Viyana’da yapılmasını teklif etti ve bu konuda da Bulgaristan’dan olur aldı. Tüm çalışmalar nihayete erdikten sonra sökülen kilisenin parçaları gemilerle İstanbul’a taşınmaya başlandı.
Demir Kilise’nin parçalarını, Viyana’dan Trieste’ye, oradan da Adriyatik üzerinden İstanbul’a taşıyan gemilerden ilk olarak yirmi tonluk parça taşıyan Llyod Şirketi’nin iki gemisi 22 Kasım 1895 günü İstanbul Limanı’na demir attı. Waagner Firması da kilisenin Balat’ta kurulması için 15 teknisyenini İstanbul’a göndermişti. Büyük bir hızla çalışmalara başlayan ve tek tek parçaları kuran ekip 14 Haziran 1896 günü Demir Kilise’nin inşasını tamamlayarak anahtarları inşaat komisyonuna teslim ettiler. Fakat kilisenin hemen açılması söz konusu değildi. Çünkü Ortodoks kiliselerinin en önemli parçalarından bir tanesi olan ve ruhanilerin bulunduğu bölmeyle ibadet eden halkın yer aldığı ana salonu birbirinden ayıran ikonostasis henüz inşa olunmamıştı. İkonostasisin inşası ve üzerinde yer alacak ikonaların resmedilmesi için Mimar Hovsep Aznavur Rusya’ya gitti. İkonostasis’in yapımını Rus Çarının baş marangozu Nikolay Aleksiyeviç Ahapkin üstlendi. İkonalar ise ressam Klavdiy Lebedev tarafından resmedildi.
İkonostasis’in de yerleştirilmesinin ardından 20 Eylül 1898’de kilisenin açılışı yapıldı. Yapımı yılan hikayesine dönen ve zeminin çürük olması nedeniyle bir türlü inşa edilemeyen Balat’taki Bulgar Kilisesi bu dezavantajı sonrasında bir avantaja çevirdi. İstanbul’un ilk prefabrik yapısı olan kilise özgün mimarisi sayesinde İstanbul’un anıtsal eserlerinden bir tanesi haline geldi. Bulgarların Sveti Stefan ismiyle andığı kilise İstanbullular arasında ise Demir Kilise olarak anıldı. Özellikle 1980‘lerde Haliç’te yapılan yıkımlar ve yol çalışmaları sonrasında mahalleden ayrılan ve etrafındaki binaların da yıkılması sonrasında yolun diğer tarafında tek başına kalan Sveti Stefan Kilisesi daha da görkemli ve büyüleyici bir manzaraya sahip oldu. Umarız 2011 yılından beri devam eden restorasyon çalışmaları da en yakın zamanda tamamlanır ve İstanbul’un sembollerinden bir tanesi olan bu yapı yine şehirdeki yerini alır.