Ana SayfaRÖPORTAJLARPrens Ra'ad bin Zeid: Kendimi kötü hissettiğimde prens olduğumu hatırlıyorum

Prens Ra’ad bin Zeid: Kendimi kötü hissettiğimde prens olduğumu hatırlıyorum

Türkiye’de modernizmin önde gelen ismi Fahrelnissa Zeid’in Dirimart’taki ‘Üç Kişilik Oyun’ sergisi açılışı için İstanbul’a gelen Prens Ra’ad bin Zeid’i ‘karantinasız günlerde’ yakaladık, film gibi hayat hikâyesini ve  annesinin eşsiz sanatını konuştuk. ZEYNEP GÜLER CEYLAN

Prens Ra’ad, devrik Irak Kralı Faysal’ın küçük kardeşi Prens Emir Zeid’le Fahrelnissa Zeid’in oğlu. 

Babasının o yıllarda Almanya’da Irak büyükelçisi olması sayesinde gözlerini 1936’da Berlin’de dünyaya açmış. Yaşamı, bir film senaryosunu andırıyor. Çocukluk yıllarının büyük kısmını İstanbul’da ve Büyükada’da geçiren prens için İstanbul denince deyim yerindeyse akan sular duruyor!

“İstanbul benim hayatım; çocukluğumun ve gençliğimin birçok anısı var burada. İstanbul’un her yeri çok özel çünkü hepsi bir tarihin ve özellikle benim ailemin bir parçası. Buraya geldiğimde tüm anılarım canlanıyor, geçmişe dair yaşadığım her şey geri geliyor” diyerek anlatıyor bu şehre olan sevgisini ve özlemini…

Özellikle Büyükada’nın ondaki yeri apayrı… Şakir Paşa Köşkü’nde geçen yaz aylarını mutlulukla anıyor: “Kardeşlerim ve kuzenlerimle birlikte o evde çok güzel günler geçirdik. Kız kardeşimle evde saklambaç oynardık. Teyzem Aliye Berger ve kuzenim Füreya Koral’la çok hatıram var o evde. İkisi de şahane kadınlardı.” 

Zeid’in kızı Şirin Devrim’e göre, portreler annesinin kendisi için yaptığı sanat eserleriydi. Onun yenilikçi enerjisi en çok bu eserlerde kendini belli ediyor.

Prens dünyaca ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral’ın sevgi dolu ve çok kültürlü bir kadın olduğunu söylüyor. Teyzesi gravür sanatçısı Aliye Berger’e ise ayrı bir hayranlığı var: “Kendi çizgisi olan, çok cesur bir kadındı. Aliye Teyzem de Füreya da bana karşı hep çok naziktiler.” 

Keşke Cevat Şakir’le daha fazla zaman geçirebilseydim…

Prens Ra’ad bin Zeid’in hayat ağacının bir tarafında kraliyet mensupları, diğer tarafında sanat tarihinin en önemli isimleri var. Bunlardan biri de dayısı Cevat Şakir Kabaağaçlı yani ‘Halikarnas Balıkçısı’

Prens onu da büyük özlemle anıyor: “Dayımla daha fazla zaman geçiremediğim için çok üzgünüm. Keşke fırsatım olsaydı… Bodrum’u sıfırdan yarattı. Sürgüne gittiği zaman Bodrum bir hiçler diyarıydı. İstanbul’dan tohumlar taşıdı, balıkçılarla çalıştı. Bodrum için bir kurtarıcıydı. Yıllar sonra hâlâ adını anıyorsak biraz da bundan.”

Prens Ra’ad’ın anne ve babası, Fahrelnissa ve Prens Emir Zeid, 1938 yılında Berlin’de.

Sanatın içine doğan Prens Ra’ad bin Zeid’in çocukluğuna dair en güzel anıları annesinin resim yaptığı zamanlara ait: “Annem benim için her şeydi. Her sabah işe gitmeden uğrar, elini öperdim. Eğer mutsuzsa gülümsemem onun da mutlu olmasını sağlardı” diyor. Peki çalışırken? “Sağdan sola fırça darbeleri atarken ona bir şey soramazdık, resim yapmasını bölemezdik. Resim bittiğinde konuşurduk” diye anlatıyor.

Fahrelnissa Zeid’in zor ve sert bir kadın olduğunu da söylüyor bu arada. “Annenizin resimlerini eleştirir miydiniz?” diye sorduğumda ise asıl itiraf geliyor: “Asla! Onu eleştirmeye korkardım, bu konuda eşim daha cesurdu.” 

Prens, Fahrelnissa Zeid’i hem Doğu’nun hem de Batı’nın sanatçısı olarak tanımlıyor: “Annem Müslüman bir aileye mensuptu ama Batı kültürünü çok iyi biliyordu, babamla balayında Paris’e gitmişlerdi. Paris, Viyana gibi şehirlerdeki tüm müzeleri gezmiş, Batı kültürünü Doğu kültürüyle çok başarılı şekilde harmanlamış bir sanatçıydı.” 

“Ağabeyiniz Nejad Devrim de ressam, siz neden ressam olmadınız?” soruma ise şaşırtıcı bir cevap geliyor: “Ben de bir sanatçıyım aslında! Sanattan ve renklerden çok iyi anlarım. ”

Sohbetimizin sonunda, hazır bir prensi yakalamışken diyerek ve samimiyetimize de güvenerek patlatıveriyorum soruyu: “Biraz da dedikodu yapalım, bir prens olarak sizce Prens Harry, kraliyeti ardında bırakabilir mi?” 

Prens Ra’ad bin Zeid hemen yanıtlıyor: “Prens Harry ağabeyinden çok farklı bir karaktere sahip, istediği kızla evlendi zaten! Kraliyetten uzaklaşmadan da dilediği gibi yaşardı bence.”  Peki ya kendi prensliği ne durumda? Prens unvanının özellikle yardıma ihtiyaç duyan insanlara el uzatmasına yaradığını söylüyor ve gülümseyerek ekliyor: “Prens olmak bazen egomu besliyor, kendimi kötü hissettiğimde prens olduğumu hatırlıyorum…”

 

SÖYLEŞİ: ZEYNEP GÜLER CEYLAN 

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Populer Yazılar