Queer dünyasının Beyoğlu’ndaki eli maşalı, bir o kadar da sevgi dolu ablalarından Jilet Sebahat anlatıyor: Geçmiş aşklar, şarkılar ve Asmalımescit’in henüz el değmemiş eğlenceli geceleri…
“Merhaba. Bir belgesel çekiyoruz LG- BTİ bireylerle ilgili. Size de yer vermek istiyoruz.”
“Ne yapacağım?”
“Sokaklarda dolaşacaksınız. Markete falan gireceksiniz. Tanıdığınız mekân- larda oturup bir şeyler içeceksiniz.” (Tanıdık mekân mı bıraktılar?)
“Sebep?”
“Burada (Türkiye) herkes gibi yaşadığınızı göstermek istiyoruz.” (Bakın ben zaten sizden biriyim, sizin gibi yaşıyorum)
“Ben memelerimden birini markete, diğerini de sevdiğim mekânlara yollaya- biliyorum. Bir yandan sevişirken öte taraftan zeytinyağlı yaprak sarma sarabiliyorum. Bunları çekmek ister misiniz?”
Sessizlik…
“Peki, iyi günler.”
“Size de.”
Sessizlik…
Çekilmedi tabii belgesel. Çekilmişse de ben yer almadım. Şunu da söyleyebilirdim: “Bunları boş ver, ne haber aşktan?’’
Emimim ki yine çekilmezdi.
Röportaj yaparken veya yazı yazarken, televizyon dizisi üreten senaristler gibi hissediyorum kendimi. Dizinin tutup tutmayacağı, kabul görüp gör- meyeceği gibi kaygılar hissediyorum. Hissettiriyorlar. Ha, bir de toplum var. Kurallar, beklentiler var. Herkesin bir beklentisi var. Biraz aile dramı kat, yaşadığın acıları, sorunları yaz, biraz güldür (hatta karikatürize et), iki damla gözyaşı akıt, tamam. ‘Hayata’ uygun yani… (Kimin hayatı?)
“Tutar mı?’’, “Tutar abla.’’
Hayır! Beni tutmuyor.
Bunların dışındaki şeylerden bahsetmek istiyorum. Çoğu zaman hayatın dışına itilmiş biri olarak, buna hakkım var diye düşünüyorum. Hakkımız var. Bizi biz yapan paranteze alınmış hikâyelerin duygusunu sahiplenip onu anabaşlığa taşıma yolculuğu.
Bizim aşklarımız parantez içine alındı hep. Hayatın dışına itilerek. Dışlanarak. Tam da o dışlandığınız yeri başka bir hayata çevirme durumu; sizden doğan ama benim olan. Öznel. Öznel olan en politik değil midir zaten? Aşktan daha öznel ne var hayatta?
AŞK POLİTİKTİR, GECELER DE…
‘Hayatın dışına itilmek’ dedim ya, sanırım beni de gecenin bir yarısına itti gün yüzü görmemi istemeyen ‘uyumlu faniler’. Benim özümün en çok su yüzüne çıktığı zamanlar gecelerdir o yüzden.
Hayatı gece yaşarım. Gece âşık olurum. Şişenin dibini gecelerde görürüm. En çok gece duygulanırım şarkılarda. Şiirleri en çok gece anlamlı bulurum. En güzel danslarımı gecelerde yaparım. Yıllardır gece çalışırım. Geceleri sosyalleşirim.
Bu yüzden geceleri, aşkları, şarkıları anlatmak istiyorum. Tutar mı?
AH KALDIRIMLAR BİLİYOR, BİR DEVİR MUHTEŞEMDİK
Asmalımescit’in Asmalımescit olduğu dönem… Hande Ataizi’nin şemsiyesini magazincilerin kafasına geçirmesinden üç-beş yıl önce. Ferdi Özbeğen dinleyip (mekânın adı Kokosh’tu sanırım), oradan Cahide’ye çıkıp, geceyi bir pavyonda bitirdiğimiz zamanlar. Babylon’a mahallemizin barı olarak baktığımız, Simit Sarayı’nın hayatımıza girmediği, Emek Sineması’nın yıkılmadığı lavanta ve yasemin kokulu zamanlar. Narmanlı Han’ın kedileri henüz sürülmemiş, morsalkımları kesilmemiş. Duydum ki bir bar açılmış Asmalı’ya. Benden kaçar mı? Hemen takıp takıştırıp, sürüp sürüştürüp çıktım evden. Yerin altında bir bar. Merdivenler- den iniyorsun. Merdiven biter bitmez bir kovboy kapısı karşılıyor gelenleri. Kapıyı ittim, girdim içeri. Tam karşıda, uzunca bir bar var. Bara bir baktım ki; offf! Dünya durdu. Yüzüme ay çarptı. Tam karşımda barın içinde duruyor yağızım. Eliyle saçını düzeltip gözümün içine baktı. Baktığı yerde kaldım. “Ey aşk, beni yağmala! Ateş et arka arka- ya, aşk beni tara!”
Gittim oturdum bara. İçimden bildiğim bütün aşk şarkılarını söyledim. “Üşüdüm yorgan misali seril üstüme”. Önümüzdeki iki yıl boyunca bütün aşk şarkılarını ezberleyip o barda oturacaktım. Bülent Ersoy diyor ya hani, “Oturduğum koltuk eskidi” diye. Evet eskidi. “Fırtınalar koparsa kopsun” kimin umurunda? Her gün bıkmadan gidip oturdum o bar tabu- resine. Bir çift göz için. Bir çift güzel bakış… İlk iki ay sadece hizmet aldım. “Hoş geldin. Her zamankinden mi?” dışında bir şey yok. İçim muhabbet kuşu, dilim lâl. Sonra sonra başladık konuşmaya. Ben uzun şiirleri o zaman sevdim. “Sözün şiirlerin mükemmelidir. Senden başkasını seven delidir.”
BEN DİYORUM AŞK, O DİYOR TOPLUM
Aşkı da konuştuk elbet… Yaşadık da…
Sonra ne mi oldu? Gün ağardığında makyajımın altındaki beni ve kendini sahiplenmeyen bir adamla özgür olamıyorduk. Gecelere hapse- dilmiş duygu yoğunluğu, ten yorgunluğu… “Toplum” diyordu. “Aile” diyordu. “Bu dizi tutmaz” diyor-du yani.
“Korkmak ayıp değil” dedim. İç-meye devam ettim. En çok korkacak bir şeyleri kalmayanlar bilir korkan- ların haletiruhiyesini. Onu terk et- tikten sonra, aile ve topluma uygun biri olarak evlendi. “Gidenlerden bir tek seni bana ekledim…”
Bunları yazarken canım Hakan Kalgıdım’dan ‘Derin Hatıra’ şarkısını açtım. Bazı duygular değişse de başka bir şeye dönüşse de hatırası silinmiyordu. Hemen Hakan’a yazdım: “Bu şarkıyı anlatsana. Ne hissettin yazarken?”
“‘Derin Hatıra’yı ilk aşkıma yazdım. Altı yıllık beraberliğimizde her şeyi onunla keşfettim, öğren- dim. Benim için çok zor biriydi ama çok âşık oldum, gidemedim, kaldım onda. Tüm hırçınlığına rağmen bir an geliyordu, ona dokunmak, yanın da olmak kendimi en iyi hissettiğim, en güvende olduğum hale dönüşü- yordu. Beni uzun yıllar çok güzel sevdi, bana çok güzel baktı. Olmasa tüm bunları yapamazdım ama ne fena ki onun yanında onun istediği gibi kalmaya devam etsem hiçbir zaman kendimi gerçekleştiremeyecektim. ‘Derin Hatıra’ bu duyguya yazıldı.’’
“Seni bulduğumda elinde yaban yalnızlığınla
Durdum orda anladım da şefkatle kollarımdaDuydum aşkı dinledim öğrendim Gördüm aynı yaramızı içlendim
Bizi bir yola koydu ani akıl tutuklu gönül dertli
Derin bir hatıraydı sanki hatırladıkça sevindirdi’’
İşte tam da bu duyguydu bana ‘Derin Hatıra’yı açtıran. İstediğiniz kadar sevin, kendinizi gerçekleştiremeyeceğiniz zaman basıp gitmeyi bilmek gerekiyor.
Zuhal Olcay’ın şarkısında dediği gibi “Yaşayamadıkça özgürce mutluluklar biter sevsen de…” Bitmişti.
“Çağıran bir şeyler var hep beni uzak şehirlerde. Bana ait bir şeyler var o sert gülüşlerde.” Artık ait olduğum yerdeydim. Paranteze alınmış hikâyelerin de ötesindeki bir yer ve bedende.
KİMSİN SEN?
Ben kendimi doğurduktan sonra -yemin ediyorum disipline girmiş bir kadın olarak- transfobi, homofobiye +fobilere karşı göğsünü açmış; içinde özgürlük alevi yanan bir kadın olarak hangi adam beni zincire vuracakmış şaşarım. Kim? Hangi aile? Hangi top- lum? Hangi aşk? Öyle kolay değil bu memlekette aşkın ahkâmını kesmek. Beni yaşatmayan hangi aşk bir başkasının aşkını yaşatacak? Buradan bütün aşkın ileri gelenlerine söylüyorum. Buradan yerin altında bıraktığım o yağızıma söylüyorum. Allah seni ailenle, toplumla, korkula- rınla terbiye etmesin. İnşallah Allah seni yaşadığımız gecelerle, şarkılar- la, geride bıraktığım aşkımla terbiye etsin.
Nuri Harun Ateş’in ‘Geçmişe Susmasını Söyle’ şarkısına kulak verin;
“Seviştiğim bedeni
Bırakıp gitmeyi öğrendim Boynumda mor bir vedayla Bırakıp gitmeyi”…
YAZI: JİLET SEBAHAT