Türkiye’de ‘iklim krizi’ denince ilk akla gelen isimlerden biri Ömer Madra. Açık Radyo’da uzun yıllardır hafta içi her sabah yumuşak sesiyle sert bir uyarı yapmakta: “Acil önlem almazsak gezegeni kurtarmak için geç olacak.” Kendisi, hayat tarzıyla da mücadelenin içinde. 12 yıldır et ve et ürünü yemeyen Madra veganizmi, iklim krizi bağlamında değerlendirdi.
Röportaj: Işıl Sarıyüce
Neden vegansınız?
‘Önce Sağlık’ diye bir programımız var Açık Radyo’da. ‘Önce Sağlık’ diye atasözü var. Türkçe’nin en önemli sözlerinden biri. İnsan sağlığı açısından veganlığın fevkalade faydalı olduğunu gösteren çok önemli araştırmalar var. 70 yıllık bir dönemi kapsayan bilimsel araştırmaların -bunlara meta analysis diyorlar- ezici çoğunluğu insan sağlığı açısından hiç tartışmasız ve net bir şekilde veganlığın sağlıklı olduğunu ortaya koyuyor. Sadece bitkisel temelli ve işlenmemiş gıdalarla beslenmek daha sağlıklı. Yani birinci neden insanın kendi sağlığı. İkincisi -aynı derecede, daha da önemli olan- gezegenin sağlığı. İşte bu, iklim değişikliğiyle doğrudan ilgili. Ve üçüncü neden, vicdan.
“Etik nedenlerle vegan oldunuz” diyebilir miyiz?
Etik bir mesele. Ahlaki bir mesele. Savaş ve barış. ‘İnsanların vicdanı ve hayvanların sağlığı’ diye ifade etmiştim bir araştırmada. Gary Francione ve Anna Charlton’ın İnsan Neden Vegan Olur? kitabında ‘ahlaki şizofreni’ diye bir mesele var. Bir yandan bazı hayvanları ailemizin birer üyesi olarak görüyoruz, kedilerimizi köpeklerimizi… Bir yandan da başka hayvanların etine çatal saplıyoruz. Yani “Bir yandan şiddeti, acıyı, işkenceyi ve ölümü gündelik hayatımızın bir parçası haline getirmişken bir yandan da barış savunuculuğu yapmak iki yüzlülüktür, riyakarlıktır” diyor. Bunu önemsiyorum.
Hayvancılığın doğaya olumsuz etkisi de çok konuşuluyor. Nasıl bir zarar bu?
Hayvancılık ve tarım endüstrisinin gezegen üzerindeki tahribatı hakkında en kapsamlı araştırma Science Dergisi’nin 1 Haziran 2018 tarihli sayısında yayımlandı. Reducing food’s environmental impacts through producers and consumers* başlıklı J. Poore ve T. Nemecek imzalı bir araştırma bu. O kadar net ki: Gezegen üzerindeki; çevre, toprak, hava, su, bütün biyoloji, biyokütle üzerindeki çevresel etki ve tahribatı azaltmamızın tek yolu var, o da etten ve süt ürünlerinden vazgeçmek. Bu artık her hangi bir tartışma götürecek bir konu değil, üzerinde çok sayıda araştırma var. Et ve süt ürünleri tüketmekten vazgeçmek suretiyle, dünya üzerindeki çiftlik ve tarım alanlarının kullanımı yüzde 75’in üzerinde bir oranda azalabiliyor.
Her gün 20 tür ebediyen yok oluyor
İklim değişikliğine metan gazının etkisi ne boyutta?
Evet metan sorunu da var. Ama sadece o değil. İkili bir kriz yaşıyoruz aslında. Ben radyoda da sık sık tekrarlamaya çalışıyorum bunu. İki büyük krizin etkisindeyiz. Biri iklim krizi. Deniz seviyelerinin yükselmesi, havanın kirlenmesi işin içine giriyor. Toprakların yok olması da buna dahil. Bir de biyolojik çeşitlilik krizi… Bu, aklın alamayacağı bir boyuta ulaştı. Her gün 20 tür ebediyen yok oluyor. Bunun ne kadar üzerinde durulsa azdır. İşte buna ’altıncı kitlesel yok oluş süreci’ deniyor.
Son yok oluş süreci ne zaman yaşandı?
Dünyada şimdiye kadar beş büyük yok oluş var bilim insanlarına göre. Sonuncusu 65 milyon yıl kadar önce dinazorların, en büyük memelilerin yok olmasıyla ortaya çıkmış. Ve karalarda da yaklaşık yüzde 10’luk bir canlı kalmış. Şimdi ise altıncı büyük yok oluşla karşı karşıyayız.
Geçen aylarda vefat eden Paul Crutzen’in de aralarında bulunduğu bilim insanları buna antroposen adını koydu. Ayrıca Jason Moore gibi, dünyayı
–capitalosene- yani mevcut kapitalist sistemin bu hale getirdiğini vurgulayan önemli kitaplar ve araştırmalar var.
Beslenme şeklimizin bu yok oluş sürecine etkisi var mı?
Yeni analiz gösteriyor ki, et yemekle, süt mamülleri ve yumurta tüketmekle yalnızca yüzde 18 oranında kalori, yüzde 37 oranında da protein sağlıyoruz ama tarım alanlarının yüzde 83’ü gibi muazzam bir bölümünü et ve süt tükettiğimiz için işgal altında tutuyoruz. Bununla da kalmıyoruz, işte sizin sorunuzla küresel ısınma, ya da benim tercih ettiğim tabirle küresel ısıtmaya yol açarak dünyayı kasıp kavuran sera gazı salımlarının yüzde 60’ını üretmiş oluyoruz.
Hayvanların yellenerek, geğirerek metan salıyorlar, doğaları bu. Ama asıl onların yiyeceği yemlerinin yapılması için dünyanın en önemli bakir ormanları, havadan karbondioksiti emip oksijen sağlayan, en temel dönüşümü sağlayan yağmur ormanları yok ediliyor. Böylece küresel ısıtmanın başlıca sebebi olan sera gazı salımlarının yüzde 60’ı yani üçte ikisine yakın kısmı bu faaliyetler sonucunda oluyor.
Peki çözüm var mı?
Oxford Üniversitesi’nin önemli profesörlerinden Joseph Poore “Yeryüzü üzerindeki etkimizi azaltmanın en büyük yolu, muhtemelen, vegan beslenme biçimini benimsemekten geçiyor” diye net bir ifade koymuş. Basit ve çarpıcı bir çözüm. Çünkü mesele dünyanın önündeki en büyük tehdit olmasına rağmen -az önceki sorunuza da cevaben- yalnızca sera gazlarından ibaret değil. Fosil yakıtları kesseniz de yetmiyor.
Poore, “Küresel ısıtma ve iklim değişikliği dışında dört önemli sebep daha var” diyor.
- Küresel asidifikasyon: Denizler asitleniyor ve felaket bir durum aldı.
- Ötrofikasyon: Suların kullanılamaz hale gelmesi.
- Toprak kullanımı
- Su kullanımı: Yani tarım, iklim krizi de dahil sayısız çevre sorununun hepsinin ortasından geçen sektör.
Bu yıkımın büyük kısmından sorumlu olan hayvansal ürünlerin tüketiminden vazgeçmek, sürdürülebilir et ve mandıra ürünleri satın almaya çabalamaktan da çok daha büyük çevresel faydalar sağlar.
“Veganlık Türkiye’de de yükselişte”
Çevre hareketinin en önemli merkezlerinden 83 milyon nüfuslu Almanya’da 1.3 milyon vegan yaşıyor. Türkiye, dünya ile kıyaslandığında veganlıktan ne durumda?
Dünyada veganlık hızla yükseliyor, dönüşümsel devrim niteliğinde bir durum var. Özellikle Britanya’da muazzam bir patlama yaptı. İklim aktivistlerinin bundaki rolü çok büyük; özellikle genç iklim aktivisti Greta Thunberg ve çevresindekilerin. Türkiye’de de Atlas Sarrafoğlu var. Atlas 9 yaşındayken bir mükalat yaptık, gözlerime ve kulaklarıma inanamadım. “Politikacılar hiçbir şey anlamıyor. Bizi dinlesinler. Yeter!” diyordu.
Veganlık Türkiye’de de yükselişte. Festivaller başladı. Didim’de bir vegan festivale davetliydim, hayranlık verici bir ilgi vardı. Çok yaratıcı çözümlerle birçok ilginç, güzel ve bilmediğim yemeği tatmanın mutluluğu bana da nasip oldu.
Başta “Ömer, iyi hoş söylüyorsun ama…” diyen, hatta dalga geçen, fevkalade sevgi saygı duyduğum, entelektüellikte üstüne olmayan arkadaşlarım artık bundan vazgeçtiler. Aynı şeyi veganlıkta da görmeye başladık.
Geleneksel toplumlarda da yeri yok muydu veganlığın? Ya da daha az et tüketmenin… Ne de olsa çok büyük bir çaba emek gerektiriyor avcılık.
Avcı-toplayıcı değil insan. Bir tane mamut kovalıyor, gücü yeterse 60 kilometre filan koşuyor. Sonra gücü tekrar yeterse mızrakla öldürüyor. Onu da kabilece paylaşıyorlar. Bu, her halde en fazla senede bir defa oluyordur. Dolayısıyla toplayıcılık yapıyorlar.
Şimdi kesinlikle ispatlandı; çok küçük bir bölüm et bulup, yiyebiliyor. Melesa, Eskimo, Inuit topluluklarında ren geyikleri ve fok dışında etle beslenmenin imkânı yok. Türkiye’nin yemek kültürüne gelirsek, sebzelerin envai çeşidi var.
PR devrimi ve et tüketimi
İnsanın toplayıcılıktan geldiğini söylüyorsunuz ama “Et yemeden yaşayamam” diyenler var. Tamamen haksızlar mı?
Fikri direnci kırmak lazım. “Et yemeden yaşayamam ya da peynirsiz kalmayı düşünemem…” Niye? Bu tamamen fikri bir durum ve bunun çok önemli bir sebebi var.
Nedir o sebep, reklamlar mı?
İklim değişikliğinin en büyük sorumlusu dev petrol, fosil yakıt, kömür şirketleri. Ama onlarla ortak olan çok önemli bir sektör daha var: PR sektörü, halkla ilişkiler sektörü ve medya. Medya büyük ölçüde, dolar milyarderlerinin elinde. Dünyanın birçok yerinde bağımsız medya yok. O zaman da gerçeklere ulaşamıyorsunuz. İklim krizinde de veganizmde bu böyle oluyor.
Bana “19’uncu yüzyıl sonunun en büyük devrimi nedir?” derseniz -devrimi her zaman olumlu anlamda kullanmıyoruz tabii- “PR1 devrimi” derim. Modern propagandanın kurucusu Edward Bernays’in mesela1929’da Torches of Freedom yani Özgürlük Meşaleleri başlıklı bir kampanyası var. “Sigara içmek özgürlüktür” diyor ve içmeye teşvik ediyor. Kadınların ellerinde sigarayla yaptıkları yürüyüş PR dünyasında hâlâ ‘efsane eylem’ diye anılıyor.
Sonradan yapılmış bir araştırmada görülüyor ki Bernays, American Tobacco Company için çalıştığı gizlenmiş ve dahası kendisi sigara içmiyor. Ve Barneys emekliye ayrıldıktan sonra, sigara karşıtı bir avukatın yanında çalışmış. Aynı şey iklim için de böyle. Şimdi et için de aynısı söz konusu.
Peki neden acil iklim krizini çözmek?
Bundan iki yıl önce gelmiş geçmiş muhtemelen en büyük araştırmacılar grubu, 44 ülkeden gelen en seçkin bilim insanlarından oluşan hükümetlerarası iklim değişikliği panelinde net dille ”Böyle giderse, engel olunamazsa, 10 yılımız var” demişti.
Cumhurbaşkanın eşi Emine Erdoğan gibi insanlar da söylüyorlar “10 yılımız var gidişat tehlikeli” diye. Bir şey yapıyorlar mı? O ayrı bir tartışma konusu.
Bu endüstrinin önüne geçilmezse bir kere iklim göçleri artacaktir. Bu, çatışma, savaş ve ölüm demek. İklim mültecileri dünyanın en önemli sorunlarından biri. Ekecek toprak bulma zorluğu, kuraklıktan dolayı iklim krizinin bir başka sonucu olarak karşımıza çıkacak. Reklamcılık endüstrisini, PR endüstrisini alt edemezsek sonuçları yıkıcı olacak.
Aktivist yazar George Monbiot “Gezegenin kurtulmasıyla yeni bir sofra takımı arasında bir seçim yapacak olsak” diyor; “İnsanların çoğu sofra takımını tercih eder”. Et vazgeçilemeyecek tat meselesi değil, PR meselesi.
Mesela bir bisküvi, yiyecek reklamına bakın. Adeta orgazm oluyor insanlar. Bir lokma alıp kendilerinden geçiyorlar. Yani illa et, süt konusu değil. Bu mantıkla, “Etten nasıl vazgeçerim” diyoruz.
“Et yemeyen insan yeterince beslenemez” gibi bir algı da var.
Burada çok ilginç psikolojik mekanizmalar, insanın kendini savunma mekanizmaları da devreye giriyor. Yeterince beslenememe konusu da başta et sektörü olmak üzere gıda endüstrisinin ortaya attığı propagandalardan biri. Yine basının ve reklam dünyasının çok payı var.
Oysa et yememenin değil, asıl yemenin zararlı olduğunu gösteren sayısız araştırma var. Oxford Üniversitesi, Cornell Üniversitesi bir de Çin Halk Sağlığı Bakanlığı’ndan önemli bir doktor grubu Çin’de bir araştırma sürdürüyor. Ağırlıklı pirinçle ve sebzeyle beslenen Çin nüfusu daha sağlıklı. Ailelerine gidip soruyorlar, “Deden nenen ne yerdi, neden öldü” diye. Ailede bir tane bile kanser yok, kalp hastalığı yok. Ama ABD gibi Batı ülkelerinden birine göç ettikleri zaman bir kuşak içinde kalp, diyabet, kanser, damar sertliği, tansiyon eğilimi hemen artıyor çünkü beslenme değişiyor.
1PR: Public Relations (Halkla İlişkiler)
(Bu söyleşi İstabul Life’ın Haziran-Temmuz 2021 sayısında yayımlanmıştır.)