Eve kapandım.
O gitti…
Aragon’un en çok bilinen “Mutlu Aşk Yoktur” sözünü tekrarlarken buluyorum kendimi sürekli. “Mutlu insan var mı ki şu günlerde?” cevabını veriyorum kendime sonrasında.
Yazı: Jilet Sebahat
Dışarıda salgın var. İçimde ise vücudumu saran ve ne olduğunu bilmediğim, kanımda dolaşan, ruhumu yükseltip alçaklara tepetaklak salan bir duygu. O gitti. En sevdiğim rujum ve ojem bitti.
Mutfak dolabına stokladığım cipsler ve abur cuburlar da. Şişmanlamaktan korkuyorum. Kaz ayaklarım belirginleşti. Eski fotoğrafları karıştırıyorum sürekli. Gün geçtikçe anneme daha çok benziyorum. Geçen yılın fotoğraflarına sanki yıllar öncesinin fotoğrafları gibi bakıyorum. Hepi topu dokuz ay geçmiş. Arkadaşlarımla görüntülü konuşmalar yapıyorum. Görüntülü toplantılara katılıyorum. “Nasılsınız?” diye sorduğum herkesten aynı cevabı alıyorum. “Hayatta kalmaya çalışıyoruz.” Âdetten verilen geçiştirici cevaplar yok artık. Bana sorduklarında ise “Hiç kötü hissetmiyorum” diyorum. ‘Kötü’ kelimesini kullanmak istemiyorum aslında. Bu kelime ele veriyor sanki beni.
“Hay Safiye’nin annesinin laneti
üstünde olsun Gülseren” diyorum.
Aslında beddua sevmem ben.
‘Gidenlere’ uzun bir şiir
Okumam gereken kitapların, izlemem gereken filmlerin listesini çıkarıyorum. Listelerim uzayıp gidiyor. Kendimi her şeyde yetersiz hissediyorum. “Karşıma çıkan her şey yetersiz. Soluduğum her şey yetersiz. Dalgalar, odalar, mekânlar, sevgiler yetersiz. Suların tadı yetersiz. Günlerin uzunluğu yetersiz. Haftaların günleri yetersiz.” Bu yetersizlik ve yetkin olamama hissi listeyi daha da uzatıyor. Kendime amaçlar koyuyorum, akşam ıslak kek yapmak, evi çamaşır suyuyla yıkamak, Müge Anlı kayıp dosyasını senaryoya çevirmek, ‘Söylemezsem Olmaz’ masasındaki Seren Serengil, Arto, Bircan Bali’nin transfobik açıklamalarına cevaplar yazmak gibi amaçlar. Bir de uzun bir şiir yazmak istiyorum: ‘Gidenlere’.
Seçilmiş günlük dizilerim dışında tavsiye üzerine anaakım kanallardaki dizilere bakıyorum. ‘Kırmızı Oda’, ‘Masumlar Apartmanı’, ‘Sadakatsiz’ gibi. Doğrusunu yazmak gerekirse ‘Sadakatsiz’e bakmadım henüz. Kendimden bir parça bulamadım ‘Kırmızı Oda’da, ‘Masumlar Apartmanı’nda da. Yerim yok benim ne o odada ne de çöp apartmanında. Bu dizilerle tanıdığım Gülseren Budayıcıoğlu’nu araştırıyorum biraz. Zamanım bol nasıl olsa giden sevgilimin ardından. Gülseren’in nasıl da homofobik olduğu gözüme ilişiyor ‘meşhur’ ‘Günahın Üç Rengi’ kitabında.
Eşcinselliği gri bölgeye alan psikiyatr-yazar, o bölümde danışanıyla ilgili şöyle bir şey geçiriyor aklından: “Bu adamı, yine kendi gibi pos bıyıklı bir başka adamla aynı yatakta düşünemiyorum doğrusu. Çocuk gibi yine o adama sokulurken…” Oysa kadınların hayatlarını cehenneme çeviren o pos bıyıklı adamları nasıl da güzel anlıyor ünlü psikiyatr her kitabında, her öyküsünde. ‘Suçu’ kadınlara da yükleyerek şöyle devam ediyor huşu içinde: “Sevmemek, sevilmemek ne kadar kötü bir şey. Onu seven bir kadın olsaydı, bazı şeyler değişir miydi acaba? Kendini ona sevdirecek, ona destek olacak, her şeyiyle kabul edecek, akıllı, şefkatli, erkeğine sahip çıkacak bir kadın.” Danışanının eşcinselliğini buna bağlıyor yüksek zekâsıyla. ‘Söylemezsem Olmaz’ masasındakilerden daha komik biri çıktı karşıma nihayet.
“Hay Safiye’nin annesinin laneti üstünde olsun Gülseren” diyorum. Aslında beddua sevmem ben. Gidenlere bile etmem. Ona da beddua etmedim mesela giderken.
Dışarıda salgın var.
İçimde bir ayrılık.
Gitti.
‘The show never ended’
“Bir ayrılık şarkısı seç. Sessizce çal benim için.”
‘İbo Show’ yeniden başlamış. Sevdiğim kadınlar da katıldı programa. Sarılmalar, özlemeler, şarkılar, gözyaşları devam ederken; nasıl da hüzünleniyor evimizin Tasfiye Teyzesi. Annesini döverken kolu kırılan babasına üzülür gibi. İnsan kendini unutunca ötekini nasıl düşünür ki? Ötekini bulabilir mi? Anlayabilir mi bu yalan dünyada?
Kadın cinayetleri ve kadına şiddet işleniyor başka bir kanalda. Dayakçı koca tahliye edilmiş. Davul zurnayla karşılanmış tecavüzcünün teki. ‘İnsanlık dışı’ diye bir yer var, ama olay hep insanlar arasında geçiyor. Aylin Sözer haberleri dolaşıyor sosyal medyada. İbo şarkı söylemeye çalışıyor. Alkışkıyamet.
‘Show must go on’ değil cicim ‘the show never ended’.
Toksit türlüsü
“Bir işim olmadan, bir eşim olmadan nasıl biriydim?” sorusunu soruyorum kendime. Gittikçe büyüyen içerik dehlizi, değişen dünya, değişen fikirler, giden sevgili, rekabetçi iş dünyası ‘daha iyi’ olmaya yönelik önüme konulan rol modelleri beni kendimle baş başa bırakıyor. Bir tatmine ulaşamıyorum. Yeterli olamama duygusu taşıyınca kendimi yemeğe veriyorum. Sürekli yemek yapıyorum. Bu konuda iyiyim, biliyorum. Onun da en sevdiği yemekleri yapıyorum o varmış gibi.
MasterChef ’ten öğrendiğim helvayı kavuracağım
ardından. Beni eve kapatan COVID’e, evde yalnız bırakan sevgiliye de ikram edeceğim. Akşama yeni bir yemek deneyeceğim. Yemeğin adı: Toksit türlüsü.
‘MasterChef’ önerdi bir arkadaşım. Bir insan Emine Beder’le büyümüş birine neden bu programı önerir ki? Yemek programı değil, adeta güreş meydanı. Zaten şeflerden biri, sık sık yarışmacıları gaza getirirken “Er meydanı!” diye bağırıyor. Kadınları evde mutfaktan çıkarmayan erlerin, profesyonel hayatta kadınları nasıl da geri plana attığının kanıtıdır bu program.
Restoranların mutfağında çalışan kadın arkadaşlarımın yaşadığı birçok sorunu ve mobbing’i burada da görüyoruz. Bana bu programı öneren arkadaşım da gidecek belli ki hayatımdan. ‘MasterChef’ten öğrendiğim helvayı kavuracağım ardından. Beni eve kapatan COVID’e, evde yalnız bırakan sevgiliye de ikram edeceğim. Akşama yeni bir yemek deneyeceğim. Yemeğin adı: Toksit türlüsü.
‘Beni benimle bırak’
Evdeyim.
O gitti.
Ayrılığın üstünden bir ay geçti. “Bazen bir şeyin değeri ona ulaşarak ne kazanıldığıyla değil, ona ulaşmaya çalışırken nelerden ödün verildiğiyle belirlenir-bize nelere mal olduğuyla belirlenir.”
Şiirlerle anlatacağımı sanırdım aslında ayrılık acısını veya şarkılarla. Nükhet Duru’dan ‘Beni Benimle Bırak’ şarkısıyla veda etmeyi çok yakıştırırdım aslında kendime.
“Gün olur da belki bir gün benden bıkarsan
Gün gelir de hani bu evden çıkıp gidersen
Sanma ki senden, senin uğruna verdiklerimden
Geriye bir şey isterim sen ayrılırken
Sanma ki senin için yaptıklarımın hesabı sorulacaktır
Senden…”
Sokrates’in ironisi
Ama olmadı. Aklıma bir şarkı gelmedi giderken.
Ya o çok değişti ya da ben aynı kalmış sandım kendimi.
Neyse ki hâlâ “Sevebilme gücüm var. Gelecekteki sevgileri de yaşar gibiyim. Geçmiştekileri de.”
Aşı bulundu.
Benim sıram gelinceye kadar onu unuturum belki.
“Şubat-mart gibi hayat normale döner” diyorlar.
Hülya Avşar yeni dizi çekmiş; adı ‘Masumiyet’.
“Sokrates’in ironisi başkaldırının dile gelişi midir?”