‘Bir Başkadır’ı bu kadar ilgi çekici kılan öncelikli özelliği, çok samimi ve gerçekçi olması bence. Neredeyse hemen hiçbir şey kurmaca değil gibi. Özel hayatımızda karşılaştığımız insanlar, olaylar… Ama özellikle ‘bizim akvaryum’ dediğim, Netflix’e ulaşan insanlar açısından ne oldu da bu kadar fenomen haline geldi bu dizi?
BEKİR AĞIRDIR – Konda Araştırma Genel Müdürü
Olay örgüsü çok heyecanlı, finali çok çarpıcı bir dizi değil. İçinde bulunduğumuz pandemi süreci iki önemli toplumsal duygu halini etkiledi. Bir, bizim akvaryum, ilk defa, ülkenin okumuş yazmışları, kendi ailesinden başlayarak unuttuğu birtakım alanlara yeniden özen gösterme ihtiyacı duydu. Sokaktaki aç hayvanlar diye başlayıp yoksullukla mücadele gibi, geniş bir spektrumda hayata ve kendimize yeniden özen göstermek gibi bir duygu halini yaşıyoruz. Bunun da çok değerli ve geleceği belirleyecek ana unsurlardan biri olduğunu sanıyorum. Bir dönem yurtdışına gitmeleri konuşuyorduk ki haklı nedenleri vardı insanların ama kaldık burada ve şimdi birlikteyiz. İlk defa bununla birlikte yaşamayı öğreniyoruz. İkincisi de dayanışmayı yeniden keşfetme hali. Bu özen gösterme ve dayanışma meselesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum ve karar verici konumda olan herkese şunu öneriyorum ki bu iki duygunun yanına şimdi umut koymak lazım.
Bugünkü zorluğu göğüslemek için bunlar yeterli ama yarınki daha iyi bir hayatı inşa etmek için umuda ihtiyacımız var. Siyasetinin veya sattığın ürünün yarına dair bir umut üretiyor olması lazım. Dolayısıyla ‘Bir Başkadır’, tam da bu duygu halinin üzerine oturdu. Bu dizi, pandemi, ekonomik kriz ve siyasi gerilimin olmadığı bir ortamda yayımlansaydı bu kadar fenomen olur muydu, emin değilim. İnsanlar gördüler ki 160 dairelik sitelerde, apartman tarlalarında oturuyorlar, etraflarına bakıp onlar solcuymuş, bunlar Aleviymiş diye burun kıvırırlarken şimdi ilk defa fark ettiler ki aynı riskin içindeler. Bu duygu halinin açtığı bir fırsat alanı var. Bir diğer konuysa şu: Gölün buz tutması gibi, yüzeyde hâlâ buz tabakası duruyor, o siyasi kutuplaşma var gibi görünüyor ama aşağıda, gündelik pratiklerde, hayatın içinde karşılıklı bir yumuşama hali var.
Ve bizim gördüğümüz şey, hayat tarzı veya muhafazakârlar-sekülerler üzerinden baktığımızda, insanların artık bulunduğu kutuptan veya partiden bakmadıklarını görüyoruz. Daha rasyonel bir yerden bakıyorlar, aşağıdan buz erimeye başlamış. Siyaseten henüz görmüyor olabiliriz. Zaten başlayan bu yumuşama, pandemi ve reel krizlerle birleşince daha açık bir şekilde anlamlı bir alan açtı. Böylece melez alanların çoğaldığını görüyoruz.
Bir şeyler değişmiyor gibi görünebilir ama gündelikte temasın ve metropolleşmenin ürettiği bu yumuşama halini sayılarda da gözlüyoruz. İki ay önceki bir araştırmamızda gördük ki negatif kimliklenme de çözülmeye başlamış. 2019 ile bugün arasında 20 puan kadar bir insan grubu bu noktada çözülmüş. Henüz bir sonuç üretmemiş olabilir ama insanların birbirlerine karşı tolerans alanının, temas fırsatının çoğalıyor olduğu gibi bir sonuç söz konusu.
Bir yandan modernleşme hızlı ve telaşlı yaşandığı için değer dünyaları değişiyor, metropolleşmeyle beraber ayıplar, günahlar, tanımlar değişiyor, ama yenileri konusunda bir ortak mutabakat üretilemediği için de bir savrukluk hali var
Türkiye gecikmiş bir modernleşme yaşıyor. Dünyanın 30’larda, 40’larda yaşadığı modernleşmeyi Türkiye bugün yaşıyor. Geç kalmış olmanın telaşıyla son derece hızlı ve sığ yaşıyor belki. Bir yandan da kutuplaşma ve kimliklere sıkışma nedeniyle ayrı ayrı yaşıyormuş gibi. Farklı tatil köyleri, farklı lokantalar, farklı bankalar, farklı siteler ama içlerindeki ritüeller aynı. Tek fark, bir tarafın inancı veya diğer tarafın seküler hayat tarzı. Gündelik pratikler üzerinden bakıldığında savrukluk yerine ortak bir alan görüyoruz ve bu alan genişliyor. Bir yandan modernleşme hızlı ve telaşlı yaşandığı için değer dünyaları değişiyor, metropolleşmeyle beraber ayıplar, günahlar, tanımlar değişiyor, ama yenileri konusunda bir ortak mutabakat üretilemediği için de bir savrukluk hali var. Belki de bizi bu korkutuyor.
Ama pandemi ve ona eşlik eden ekonomik kriz bütün bu soyut anlatıların gerçeklik karşısında tuzla buz olmasını üretiyor. Çünkü soyut anlatıyla gerçeklik arasındaki açıklık giderek büyüyor. Oysa gerçek hayatta o açıklık daralmaya başlıyor ve buradan bir dip dalga gelişiyor. ‘Bir Başkadır’ bu dip dalganın üzerine geldi. Sahici ve didaktik olmayan bir dil ürettiği için insanları kavradı.
Dizinin çok gerçekçi olan noktalarından biri de şuydu: O hoca ve o mahalle. Kızının kendi rızasıyla başını açmasına bir şey söylemiyor. Tabii! Metropollerdeki hocalar da artık metropolleşiyor, sadece cemaatleri değil. Din adamları da bir yandan sosyolojik olarak değişiyor. Bu değişim dalgası hepimizi bir yerden bir yere doğru götürüyor. Artık birbirimizden habersiz olduğumuz bir dünyadan konuşmuyoruz.
Eski hayat ritmi içinde mikrofon ve kamera güçlü olanın veya gücün elindeydi, yani devletin veya sermayenin elindeydi. Sana istediğini gösteriyor, istediğini duymanı sağlıyorlardı. Şu anda bir siyaset insanının karşısındaki 85 milyon kişinin elinde kamera ve mikrofon var. Dolayısıyla haberin, bilginin, deneyimin anonimleştiği bir çağ bu. Bunun yeni formlarını, kurallarını henüz doğru kuramamış olabiliriz ama böyle bir çağda yaşıyoruz artık. O hocanın da, o hocaya ölümüne biat ediyor görünen insanların da elinde kameralar, mikrofonlar var. Bütün bu etkileşim hepimizi bir yere çekiyor. İmam-hatipler için de geçerli bir durum var burada. O çocuklar saat 16.00’da dersten çıktıktan sonra, derste ne anlatılırsa anlatılsın, başka bir dünyaya dahil oluyor. Aslında bütün bu sosyolojik değişimi dizi göz önüne seriyor. Hep eski bildiğimiz kategorilerden, şablonlardan bakıyorduk. Halbuki öyle değil, artık aralarında yeni geçişkenlikler, melez alanlar üretiliyor. O alanlara yoğunlaşmak, gelecek için çözümleri oralarda aramak gerekiyor.
YAZI: BEKİR AĞIRDIR