20 yıldır kuşaklar üzerine çalışıyorum. Bu konuda derinleşmek beni daha az yargılayan, daha çok anlayan ve gören bir insan haline getirdi. Ve yine kuşak çalışmaya başladığımdan beri sabırsızlıkla Z kuşağının yaşama katılışını bekledim. EVRİM KURAN
10 yaşındaki kitap kurdu Atakan ve videoları sayesinde binlerce ‘uzman’ saklandıkları merdiven altlarından çıktı ve Atakan’a, annesine, babasına, okuluna doğru yolu göstermeye başladı. Bu yolda, yapılan türlü zorbalığa şahit olduk.
Atakan epistemolojik açlığı olan bir Z kuşağı temsilcisi. Çok iyi piyano çalabilirdi, harika bir forvet olabilirdi, muhteşem tablolar yapabilirdi ya da satranç şampiyonu olabilirdi. Bu yaşında bunlardan birinde pekâlâ üstün bir performans sergileyebilirdi. Yine bu kadar linç edilir miydi bilmiyorum. Hindistan’da 6 yaşındayken Child Movement’ı (Çocuk Hareketi) kuran iklim aktivisti Licypriya Kangujam, 15 yaşında küresel hareket Fridays for Future’ı başlatan İsveçli Greta Thunberg, bu hareketi 11 yaşındayken Türkiye’de yaygınlaştıran Atlas Sarrafoğlu gibi Z kuşaklarını sevip destekleyen kadar eleştiren de var. Özellikle de sosyal medyada. Hem de çocuk olduklarını unutarak.
Nurdan Gürbilek, ‘Mağdurun Dili’ kitabında ‘her şeyi anında parodileştiren, akıl yürüterek yenemediğini şakanın gücüyle değersizleştiren, inançsızlığı başkalarını eleştirmeye değil küçük düşürmeye adamış sinik alaycılık’tan bahseder. “Bir bakış açısını bir başkasına yaslanarak geçersizleştirmeye dayanan bir ‘ne desem yalan’ halini, her problemin hakkından bir sözcük oyunuyla gelen bir hafifseme tekniğini, doğruyla bağını çoktan koparmış bir maske düşürme merakı”nı anlatır. Bunun en coşkulusunu sosyal medyamızda görebilirsiniz. Kurban bugün yetişkin, yarın çocuk olabilir; gözünün yaşına bakmayız.
Anlatmaya
çalıştıklarına bakın
Atakan bazı akranlarından daha zeki, daha meraklı, daha farklı olabilir. Olmayabilir de. Bunu bu kadar konuşmamız kültürümüzle ilgili ki gösterge sunuyor:
1. Farklılıklara toleransımız çok düşük.
2. Sosyoekonomik seviyemiz ve uzmanlıklarımız ne olursa olsun bizim gibi olmayanları yaftalama ve çevrimiçi zorbalık yapma eğilimimiz çok yüksek.
Ben en çok Atakan’ın anlatmaya çalıştıklarıyla ilgileniyorum. Keşke kulak versek. Atakan diyor ki: “Çocuklara önce felsefe, sonra da tarih öğretilmeli. Ödev yükü verilmemeli.” Bir de şunu ekliyor: “Bu anlattıklarım pedagojik açıdan ters olabilir. Ama benim durumumda o kadar da abartılacak bir şey yok.”
Gündeme istinaden, Ivan Illich’in 1971’de yazdığı ve eğitimin kurumsallaştırılmasını ve Atakan’ların sokulduğu tornaları sorguladığı eseri ‘Okulsuz Toplum’u tekrar okuma gereği hissettim. Bakın Illich ne diyor: “Okul, kişileri yaşlarına göre ayırır. Bu ayrımlama, sorgulanması olanaksız bazı önermelere dayanır. Çocuklar okula aittir; tek öğrenim yeri okuldur… Yetenek öğretiminin, müfredat sınırlamalarından bağımsız olması gerekir. Aynı şekilde özgür eğitimin de devam mecburiyetinden bağımsız olması gereklidir.”
Illich ayrıca şunu da söylüyor: “Gerçek eğitimin önündeki en büyük engel hayallerimizin tamamen okullaştırılmış olmasıdır.”
Z kuşağının kendini anlatma çabası olmadı, olmayacak
20 yıllık araştırma ve gözlemime dayanarak söylüyorum: Z kuşağının kendini anlatmak gibi bir çabası olduğunu ya da olacağını sanmıyorum. İnandıkları gibi yaşıyorlar. Atakan’a televizyonda sorular yönelten sunucuyla diyaloğunu hatırlatayım burada:
TV sunucusu: Kimi örnek aldın?
Atakan: Hiç kimseyi.
TV sunucusu: Bundan sonrası için heyecanlı mısın?
Atakan: Hayır, değilim.
Sunucu muhtemelen “Z kuşağına soru sormayı bilmiyorum” yerine, “Çocuk yeteneksiz” diye düşünüyordu.
Herhangi bir gelişmiş ekonomide Atakan’ın hikâyesinin haber değeri olmazdı. Farklı gereksinimlere ve farklı bir öğrenme hızı ve tarzına sahip bir çocuk olarak, ihtiyacı olan kaynaklarla buluşturulur ve öğrenme iştahı sebebiyle de cezalandırılmazdı. Bizde böyle olmadı. Atakan bir çocuk. Farkılılıklarına rağmen değil, farklılıklarıyla beraber 10 yaşında bir çocuk. Bize düşen, gölge etmemek; Atakan’ı rahat bırakmak.
YAZI: EVRİM KURAN