Fal dünyasının Mehmet Öz’ü diyebileceğimiz Sema Bal, konusunda ABD’nin en ünlü isimlerinden. Fincanda ahvalini görmek için ondan randevu isteyenler bir yıl beklemeyi bile göze alıyor. Sıraya girdim, fal baktırdım, elbette onu bulmuşken sonumuzu koronavirüs mü getirecek diye sormadan ayrılmadım. ELİF KEY
Sema Bal’ın New York’ta fal bakmayı öğrettiği seansları dolup taşıyor. Kahvenin tadına alışık olmayan müşterilerine acı gelmesin diye içine ufak çikolata parçaları atıyor. Kuş uçtu, yılan geldi, zarf var gibi şeyler duyunca aklı uçan Amerikalıların en merak ettikleri şeyler: Kariyer,
tüp bebek tedavisi, borsada yatırım yapılacak hisseler ve çocuklarının kabul edilecekleri üniversiteler. Bir tür ‘coğrafya kaderdir’ durumu. Fal baktırırken cevabını merak ettiğin sorular bile ülkeden ülkeye nerelere geliyor…
Trump kaybedecek
Vaktiyle Trump’ın seçileceğini bildiği için bugünlerde telefonunu gazeteciler çaldırıyor. “Yüzde 75 ihtimalle Beyaz Saray’dan gidecek, çok ufak bir farkla seçimi kaybedecekmiş gibi görüyorum” diyor. Ben Sarı Reis’ten tarihi fark bekliyorum; “No, no” diyor Sema Hanım.
New York Woodhaven’da bahçe içindeki, müstakil bir evin kapısındayım. Verandada bir masa, dört sandalye, masanın üstünde kırmızı bir çakmak, bir de küllük. Zile basıyorum, zil çalışmıyor. Erken de gitmişim, etrafıma bakınırken birden kapı açılıyor ‘Geldiniz!’ diyor Sema Bal. Kendisi bir kahve falı için bazen aylarca bazen bir yıl beklemenin gerektiği meşhur bir falcı, fal dünyasının Mehmet Öz’ü.
Sema Hanım bugüne kadar gördüğüm falcılar gibi değil, ona gelenlerin hayatını okuyan, başlarına gelecek iyi veya endişe verici olayları bilen bir medyum gibi de görünmüyor. Evi falcı evine benzemiyor. Elbette bir Tim Burton filmi dekoru beklemiyorum ama hafif gizemli bir ortam; esrarengiz objeler, camlarda kalın perdeler, etrafta tütsüler, mumluğundan akmış mumlar, mistik bir papağan da yok. Dümdüz, pırıl pırıl aydınlık bir ev, Sema Hanım’ın üstünde taşıdığı tek şey nazar boncuklu kolyesi. Bir de tepemizde yanıp yanıp sönen bir lamba. Ben “Lambada sorun mu var?” diyorum. Elim yatkın, bir sorun varsa çözebilirim, lakin Sema Hanım arada sırada kafasını kaldırıp lambaya gülerek bakıyor. Biraz tırssam da çaktırmıyorum. Ona görünen birileri var sanki.
Korona geldiği gibi gidecek
Mutfakta bembeyaz Çin porseleni fincanlar gümüş tepside, yanında hurmalar ve kuru kayısılar, bakır cezvede pişen kahvemin köpüğü altın sarısı. Röportajımız bittiğinde bana da fal bakacak. Arkadaşlarımın baktığı uyduruk fallardan başka fala inanmadığım halde “Kısmet bu işler” diyorum.
Normal konjonktürde falcı bulmuşken ilk soracağım şey Galatasarayımızın durumu olabilirdi. Ama şu gündemde koronavirüs haliyle benim de aklımdaki ilk soru. Sema Hanım duraksamadan “İnsan yapımı bir virüs, geldiği gibi gidecek, şehirleri tepeden ilaçlayacaklar” diyor. Komplo teorisiyle naif bir temenni arasındaki bu cevap karamsarlığımı hafifletecek bir cevap değil. Ancak birkaç saniye sonra “Sen hani gökyüzüne bakıyorsun, helikopterler görüyorsun ya, işte onlar ilaçlama yapıyor” diyor. Bir gün önce durup gökyüzündeki helikopterlere baktığımı, aklımdan “Acaba ilaçlama mı yapıyorlar?” diye geçirdiğimi söylemiyorum.
Sema Bal, ‘Hepimiz ölecek miyiz? Daha ne kadar süremiz kaldı?’ gibi ısrarlı sorularıma, aynı ısrarla hepsini Allah’ın bilebileceğini ama virüsün kesin olarak insan yapımı olduğunu tekrarlayarak cevap veriyor. “Bu kadar kötü sonuçlanacağını tahmin etmedikleri için geç kaldılar, derhal önlemlerini de alacaklar” diyor. Bal’a göre virüs dünyanın sonunu getirmeyecek ama aramızda taşıyıcılar bırakacak. Konuşurken birden “Gözümün önüne 8 rakamı geldi” de diyor ve bu rakamı aşının sekiz ay içinde bulunabileceğine yoruyor.
Hatırı 40 sene, falı 500 dolar
Faldan ziyade bu memlekette Sema Bal’a nasip olan bu şöhretin; hatırı 40 sene, seansı 45 dakika ve ücreti 500 dolar olan kahve falının nasıl bir fal olduğunu merak ediyorum. Sema Hanım’ın aldığı ücret, bu şehirde bir psikiyatra 45 dakika için verilen ücrete eşit, az para değil. Ona gelenlerin çoğu da psikiyatriste gitmek yerine, Bal’a geldiklerini söylüyormuş zaten. Fal ücreti, eğer Manhattan’da başka bir eve gidiyorsa -en az dört kişi şartı var- kişi başı 900 dolara çıkıyor (Koronavirüs sebebiyle belirsiz bir tarihe kadar sadece
Skype üzerinden fal bakacak, ücreti 350 dolar). Bal, 30 yıldır New York’ta üç çocuğu, iki damadı, bir torunu, iki köpeği ve bir kedisiyle yaşayan, sesi ince bir tül gibi etrafı saran, bazen çok hızlı bazen yavaş konuşan; ağzından birdenbire dökülen isimleri, tarihleri unutmamak için deftere not alan bir medyum. Aslında bu yeteneğini fark ettiğinde çok genç, lakin sırasını beklemesi gerektiğini ailede fal bakan tüm büyükleri gibi o da biliyor. Annesinden el alması 14 yıl önceye rastlıyor. Kendisine “Sıra sende” dendiği günden beri fal bakarak geçiniyor.
ABD’de tanınma hikâyesi ise 2016’da televizyonda yayımlanan ve deli gibi seyredilen ‘Real Housewives of New York’a çıkınca başlıyor. Kadınlara baktığı fallar seyircileri öyle sarsıyor ki bir anda ancak bir sene sonrasına randevu verebilir duruma geliyor. Sanatçılar, doktorlar, siyasetçiler derken son dört yılda falına baktığı insanların sayısı yaklaşık 3 bin. Olanı gördüğünü,görmediğini uydurmadığını, söylememesi gereken şeyleri izin verilmediği için söyleyemediğini anlatıyor. Fincanları aldatma, boşanma, ölüm gibi soruların cevaplarını vermiyor. “Ölümleri görsem de konuşamıyorum, hem bana hem karşı tarafa yük” diyor. Aldatma ve boşanma sorularıyla gelenlere ise cevabı: “Kendine iyi bir avukat bul.” Kendi falına hiç bakabiliyor mu? Bakamıyormuş, baksa da bir şey göremiyormuş. Sadece içini sıkan, göğsünü yakan bir şey olduğunda, ailesini “Oraya gitme, şunu yapma” diye çaktırmadan uyarıyor. Her gördüğü şeyle yaşamanın ağır bir duygu olduğunu, görmemeye çalıştığını söylüyor.
Geliyoruz benim fincana. Ama daha açmadan “Bana İrfan deniyor, babanız mı?” diye soruyor. Evet. Aklımdan saniyelerle bu dönemde fal bakmanın kolaylığı, Google’dan araştırılabileceği geçerken “Babanızın göğsünde dümdüz bir çizgi var” diyerek by-pass ameliyatından babama hatıra kalan dikiş izini göğsüne çiziyor.
“Korkma sakın, baban iyi, kötü bir şey yok, bana öyle söylediler” diyor. “Google’a bakıyor musunuz hiç?” diye soruyorum. “Fallar bana Google’dan fazlasını söylüyor, Google’a inanmam” diyor. Falımda kendime bile itiraf edemediğim bir sır, sol dizimdeki ve sağ omuzumdaki sakatlık, kocamın tepesine topladığı saçları ve işinin çizgilerle uğraşmak olduğu, yeğenimin sol ayağıyla topa abanması ve bende kalması gereken tonla şey çıkıyor. Falımda bir çift de boks eldiveni ve inci kolye görüyor. Bienal gibi fal. Hikâyenin sonunda ya Aysel Gürel olacağım ya da tamamen deliriyorum. Hepsini not alıp yanından ayrılıyorum.
Birkaç gün sonra telefonumda Sema Hanım’dan bir mesaj: “İyi günler. Akşam meditasyon yaparken gündoğumu gördüm. Nisanın 21’ine işaret ediyordu. Bana göre bu, güzel günler geleceğinin habercisi.” “Haydi inşallah” diye mırıldanırken yakalıyorum kendimi.
CSI: Sema Bal
Bir şey daha var ki, en acayip kısmı o. Sema Hanım, ortadan birdenbire kaybolan insanların fotoğraflarına bakarak nerede ve ne halde olduklarını görebildiğini söylüyor. Dediğine göre FBI’a iletilen bilgiler doğrultusunda bugüne kadar bulunan insanlar var. Bir oğlan çocuğu aranırken Bal, göl kenarına bakmalarını istemiş. Bir başka seferinde, söylediği yerde kayıp bir kız çocuğunun ve onu kaçıran adamın cesetleri bulunmuş. Fakat çocukların isimlerini özel hayatlarının güvenliği için gizli tutmayı tercih ettiğini belirtiyor.
YAZI: ELİF KEY