Sadece Beyoğlu kaldırımlarının bildiği sokak hikâyelerinin peşindeyim. Bulmak için kimlere gitmem gerektiğini de biliyorum. Müzisyen Melike Şahin, DJ Q-Bra, yazar Defne Sandalcı ve senarist Selcan Özgür‘e… JİLET SEBAHAT
Nazan Öncel’in ‘Sokak Kızı’ parçasının çıkışından birkaç yıl sonrasına tekabül eder Taksim’e gelmem. “Tanrım kötü kullarını sen affetsen, ben affetmem” diyen Bergen’in isyanından sonrası, “Ben sokak kızıyım, bana acımayın” isyanı… Walkman’imde bu şarkıyla voltaladım
İstiklal Caddesi’ni. Beyoğlu’nun anacaddelerini, arka sokaklarını bu şarkıyla yaşadım ben. Bambaşka bir şehir ve yaşamının ardından bir başıma geldiğim bu şehirde Nazan Öncel cesaret verdi bana. Sokağı ‘Sokak Kızı’ duygusuyla yaşadım. Yeşilçam Sineması’nın arka sokaklarını, Kuledibi’ni, Asmalı’yı ve entelektüellerin kutsal semti Cihangir’i. Firuzağa Kahvesi’nde oturmayanların entelden sayılmadığı, ‘Issız Adam’ın henüz ıssız olmadığı zamanlar. İki kuruşa plaklar satılıyor her yerde. Kaldırım tezgâhlarının üstünden plaklar alıyorum. Ajda, Sezen, Nükhet… Gezi Parkı’nda çay içip oradan AKM’ye gidiyorum. Ya bir konser ya bir oyun var. Oradan çıkıp İstiklal Caddesi’nde yeniden turlamaya (çarka)
çıkıyorum. Kulaklarımda bangır bangır ‘Sokak Kızı’ çalıyor. Oradan elbette Tarlabaşı pavyonlarına…
Türkiye’de sokağa her zaman olumsuz bir anlam yüklenmiştir. ‘Sokağa düşmek’ terimi buradan türer. Sokak kötüdür, tehlikelidir. Sokak kızları ise en tehlikelisidir. Ehlileşmemizi isterler. Çünkü biz ehlileştikçe, istedikleri gibi sokak da değişir ve dönüşür. Sinemalar yıkılır, kültür merkezleri kapanır, kitapçılar azalır, geceleri topuk sesleri azalır,
şarkılar, isyan, ses, beden, yazı ve aşk azalır. Beyoğlu sokak serüvenim Nazan Öncel’le başlarken, yıllar geçtikçe bana aynı cesareti veren başka kadınlarla da tanıştım. Bunlardan dördü; Melike Şahin, Q-bra, Defne Sandalcı ve Selcan Özgür…
CESARETİMİN BOYNUNA OTRİŞLER SARAN KADIN
Melike Şahin’i ilk defa yıllar önce Beyoğlu’ndaki Kanto’da dinlemiştim. Maalesef bu mekân da kapandı. “Bu kadın adamı çarpar” dedim içimden ilk görüşte. Sahne duruşu, yorumu, atarı, laf altında kalmaması, feminist tutumu…
Sokakta nasıl hissedersin kendini?
Sokakta çeşit çeşit duygumla yüzleşirim. Bazen tedirgin olurum, bazen dimdik,
güçlü ve özgür hissederim, bazen korkarım. Mesela bu aralar Narmanlı Han’ın
önünden geçerken içim sıkışıveriyor. Ama sonra Beyoğlu ne zaman öcünü alacak diye gün saymaya başlıyorum. Sokak bazen kollar gibi beni. Bazen de sallamaz, üstüme çöker. Değişmeyen tek bir huyu var yalnız, o da beni alıp kendime getirmesi.
CESARETİMİN SAÇLARINI TARAYAN KADIN
Narmanlı Han gibi değişen birçok mekân vardı elbette. Bir de yıkılan mekânlar. Kübra Uzun’u (Q-bra) yıllar önce şu an yıkılan AKM’de dinlemiştim. Bir Haldun Dormen müzikaliydi. Yıllar sonra sokaklar, mekânlar bizi yeniden bir araya getirdi. Pride için yaptığı şarkısıyla sokaklarda zıplayacağımız günlerin yeniden geleceğini de konuşuyoruz zaman zaman.
Aynı dönemin kızları olarak sanırım hisselerimizde nostaljik bir duygu da var sokaklarla ilgili, ne dersin?
1998-2000 yılları arası bir yerler, Borusan Müzik Kütüphanesi’nde çalışıyorum. Çok mutluyum çünkü elimde dinleyebileceğim, okuyabileceğim büyük bir arşiv var. Borusan Müzik eski yerinde. Öğle araları tam karşısındaki binanın giriş katında olan -artık olmayan- köftecide köftemi afiyetle yiyorum. Akşamüstü oluyor, derken paydos. Hop Robinson’a uğruyorum; iki haftada bir biriktirdiğim harçlığıma kütüphaneden aldığımı da ekleyip Beethoven senfonilerinin ve daha birçok eserin Dover minyatür notalarını satın aldığım Robinson… Ardından, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın cuma konserine doğru yürümeye başlıyorum hızlı adımlarla. Galatasaray Meydanı’nı geçiyorum, az ilerden
sola sapıyorum. Küçük Bayram köşesini dönüyorum, döner dönmez camdaki
ablalarla selamlaşıyorum, sokaktaki kalabalığı yormadan, kenardan devam ediyorum. Altı-yedi dakika içinde Gezi Parkı’na varıyorum. Konserin başlamasına bir saat var. Gezi’de molamı verdim, aksiyonumu yaşadım, keyfim yerinde. AKM gişelere doğru yürüyorum, bilet satan ablalardan ikisiyle zamanla kaynaşmışım. Selamımı veriyorum, bilet satmadan, yandan sokuyorlar içeri bu müzik âşığı genci. Konser bitiyor, bir Gezi molası daha veriliyor.
Sonra, meydandan Bakırköy dolmuşuna biniyorum ve eve dönüyorum. Yaklaşık iki sene boyunca hemen hemen her cuma tekrarladığım bu sarmal ve benim için organik yolculuğu hatırladıkça hâlâ farklı duygular içimde sel olur. Rota oluşturulur, her anı tek tek tazelenir. Sokaklar anılarla dile gelir, konuşur. Hafıza anılarla canlı kalır.
CESARETİME KIRMIZI YÜKSEK TOPUKLU AYAKKABILAR GİYDİREN KADIN
Arka sokaklarda hep bir şeyler olur. Beyoğlu’nun bütün arka sokaklarını görmüş, adı değişen sokaklarında yaşamış, değişen, dönüşen, yok olan şehrin, caddelerin, duyguların, insanların tanıklığını yapmış Defne Sandalcı. Kendi tabiriyle “Bu sokakların eski köpeğiyim” diyor. Bazen de arka sokaklardan arka avluya kaçmış. ‘Ah!’ kitabında da ‘Aşk İçin İstediğimiz Başka Hayvanlar’ kitabında da yaşadığımız coğrafyada, yaşadığımız sokaklarda kalma, bekleme, hatırlama, anlama, tespit etme, kayda geçme ve isyan etme duygularının yansımasını bulabilirsiniz.
Bu sorular yeni bir kitap yazdırır sana ama kısaca soracak olursam, nasıl anlatırsın bize bu sokakları?
Taksim doğumlu-büyümeliyim ben; yani Taksim ve civarı sokaklarının eski köpeğiyim. Pera’nın. Sokak deyince Galata’dan Gümüşsuyu’na bütün ara sokaklara, çıkmazlara, girintilere dalıp çıkmışlığım var. Okulu kırdığımda kiliselerinde saklanmışlığım var. Yine Beyoğlu, 80’lerin ikinci yarısı, 90’lar, meyhaneler, underground müzik ortamı, geceleri sokaktasın, danstasın. Sokağın evsizleriyle, delileriyle tanışırsın. Elinde avucundaki az parayı ya da bir şeyi onlarla paylaşmak çok sıradan. O sıralar akşamları evden çıkıp “Bi’ Taksim’e yürümek” de öyle… Ortama salınmış yeni ‘deli’leri keşfedersin akşam yürüyüşlerinde. Artık çarka çıkamayacak kadar yaşlanmış ama makyajıyla kendine sil
baştan yepyeni bir yüz yaratmış eski bir fahişe, Aya Triada’nın sokağındaki köşeye yapıştırılmış koca bir aynada kendine çekidüzen veriyor ve Elmadağ’a doğru
salınıyor. İçinden ona iyi şanslar diliyorsun; belli ki ‘iyi bir aile’den gelmiş çünkü
üstündeki takımlar, pardösüsü, ayakkabıları gıcır pırıl ama bütün dişlerini dökmüş, saç baş karışmış. Evsiz bir kadın, yanından geçerken sana sesleniyor; “Kitabın çıkmış ha? Yerde bir gazetede gördüm.” Yani 90’lar boyunca -2000’lerin ilk 10 yılını da katabilirim- buraların sokakları hem hâlâ yerel ve tanış bir insan topluluğunu, heyecanlı, erotik, sürprizli bir gece
ve gündüz hayatını hem de ağır baskıları, yükseltilmekte olan savaşın, kaybedilen
insanların, patlatılan bombaların ve bu arada itirazların, siyasi gösterilerin, Gezi’nin, Pride’ın, yani ülkede ne oluyorsa izdüşümlerinin gözlendiği bir coğrafyaydı… Kısacası benim sokaklarım ve hepsinin sonuçta açıldığı cadde, T.C. aktüel tarihinin deneyimlendiği bir sahne sanki. Şu anda da, her şeyi cadde, Taksim ve çevre sokaklarından kitap gibi okuyabildiğimiz gibi… Hâlâ bu sokaklardayım ama eski köpekliğim şimdilerdeki gizli
hayaletliğimin içine sinmiş, kuyruğunu ve gözlerini kısmış, pes perdeden hırlayarak dolanıyor.
CESARETİMİN GÖZÜNE YILDIZLAR DÜŞÜREN KADIN
Son olarak Selcan Özgür’e soruyorum. O, büyük sokakları ve caddeleri dolduran
binlerce kadının hikâyesini, bizim sokağın senaryosunu da yazacaktır elbet. Defne’yi, Melike’yi, Kübra’yı, seni, beni ve binlercesini buluşturan sokağımızın öyküsü… Bizi birleştiren, büyüten, yeşerten, hangi kıvrımdan çıkarsak çıkalım, hangi sancıdan geçersek geçelim bizi iyileştiren, güç aldığımız sokağın öyküsü…
Sokak sana ne söylüyor?
İstiklal’den Tünel’e yürürken solda köhnemiş, muhteşem Botter Apartmanı duruyor. Ve tam bir asırdır sokağın kirli, tarihin riyakâr anlarına tanıklık ediyor. Önünden geçerken başımı hep kaldırırım. Çünkü terasında nasıl olduysa sonradan filiz vermiş bir ağaç vardır. O teras
katı, sokağın içine sızdığı bir mana taşır. Her şey geçip gider, insan da. Ama sokak
hep kalır. Tarihi taşır. Buradan düşününce o en tepedeki, adının ne olduğunu bilmediğim ağaca göz dikiyorum. Çünkü sokak, eğer onu anladıysanız evinize girdiğinizde kendini size kapatmaz. Bu bir imkândır. Ne yaşarsanız yaşayın, sokak fikrini bir kahve gibi taşırdığınız her yerde bir olasılık daha vardır.
Şimdi gidip cesaretime en parıltılı kıyafetleri giydirip sokaklara çıkacağım. Kim bilir, karşılaşırız belki de…
YAZI: JİLET SEBAHAT