Bir kedinin peşi sıra düşülen bir macera ve yıllar sonra karşılaşılan geçmişin hiç bitmeyen hesaplaşması… ‘Sarmaşık’, Yekta Kopan ve onun çocukluk arkadaşı hukuk profesörü Levent Gönenç’i buluşturan bir çizgi roman. Gönenç ve Kopan, beraber ortaya çıkardıkları ‘Sarmaşık’ın hikâyesini İstanbul Life için anlattı.
ZEYNEP GÜLER CEYLAN
Sarmaşık’, Yekta Kopan’ın 2010 Yunus Nadi ve Haldun Taner ödüllerini alan ‘Bir de Baktım Yoksun’ adlı öykü kitabında yer alan aynı adlı öykünün çizgi roman uyarlaması. Çizimlerini Kopan’ın yakın dostu olan Levent Gönenç’in yaptığı bu kitabın konusu kısaca şöyle: Başkahraman orta yaşlı, güvensiz ve içine kapanık bir editördür. Bir sabah her gün mama verdiği sokak kedisinin kaybolduğunu fark eder ve onu aramaya koyulur. Bu arayışın sonunda yıllar önce kaybettiği babasıyla karşılaşır… ‘Sarmaşık’ özenli çizimleri ve hayal gücünü zorlayan olay örgüsüyle baba-oğul ilişkisi, hesaplaşma, yaşama yeniden başlama cesareti ve elbette kediler hakkında büyülü bir hikâye anlatıyor, okuru bilinmeze atlamaya, ama öncesinde geçmişe bakmaya davet ediyor.
Dostluğunuz ilkokul yıllarına dayanıyor, o yılları düşününce aklınıza gelen ilk anınız nedir?
Yekta Kopan: Açıkçası ilkokul yıllarımıza ait bütün anılarımda Levent’in bir yeri var. Yıl sonu gösterileri, törenlerde yapılan konuşmalar-okunan şiirler, teneffüslerdeki o tuhaf hallerimiz. Tuhaf haller diyerek havada bırakmayayım, hiç unutmuyorum üçüncü sınıftayken tek derdimiz uzaydı. Arkadaşlarımız kovalamaca, saklambaç falan oynarken biz televizyon dizileriyle sınırlı bilgimizle uzayda neler olup bittiğini konuşurduk.
Levent Gönenç: Benim de aklıma ortaokul yıllarından bir sahne geliyor. İlkgençlik çağımız, ergenlik bunalımları; asi kan damarlarımızda dolaşmaya başlamış. O yıllarda her şeye karşıyız, her şeye muhalifiz ve kendimizce kurulu düzene başkaldırıyoruz. Namık Kemal Ortaokulu’nun bahçesiyle sınırlı bu isyan hareketinde en vazgeçilmez ritüellerimizden biri sınıfa girmeden önce bahçenin duvarına tırmanıp muhalif olduğunu düşündüğümüz bazı İngilizce şarkıları bağıra çağıra söylemek. Tabii o zamanlar İngilizcemiz kıt, şarkı sözlerinin orijinallerine ulaşmak zor; Judas Priest’in yalan yanlış söylediğimiz ‘Breaking the Law’ şarkısı hâlâ kulaklarımda.
Levent Bey siz aslında bir hukukçusunuz, karikatürle yollarınız nasıl kesişti?
Evet, meslek olarak hukukçuluğu seçtim ama gönlümde yatan aslan çizerlikti. Karikatürle çok küçük yaşlarda babam sayesinde tanıştım. Babam iyi bir mizah dergisi okuruydu; dönemin mizah dergilerini düzenli olarak takip ederdi. Onun okuyup bir kenara koyduğu dergileri alır, ben okurdum. Hatta zaman zaman dergilerin sayfalarını birlikte çevirirdik. Zamanla o dergilerde gördüğüm eğri büğrü çizgiler benim hayal dünyamın bir parçası oldu.
DIGIDIK HAYATIMIZIN ÖZETİYDİ
İkinizin ilkokul 3’üncü sınıfta ortak yaptığı bir de mizah dergisi varmış, bunun hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Yekta Kopan: Hayatımızın özeti diyebileceğimiz Dıgıdık olayı. Levent anlatsın bunu…
Levent Gönenç: Yekta’yla ilkokul birinci sınıfta başlayan dostluğumuz süresince pek çok ilgi alanımızın ortak olduğunu fark ettik. Hatta zaman zaman ilgi alanlarımızı birlikte inşa ettik. Ortaklaştığımız konulardan biri de mizah dergileriydi. Yekta da benim gibi mizah dergilerini merakla izliyordu. İzlemenin ötesinde ikimiz de bu dergilerde gördüğümüz işlere özeniyor, keşke biz de böyle şeyler yapsak diyorduk. Çocuk etkilendiğini taklit eder. İşte Dıgıdık, Gırgır’ın bilmem kaçıncı sınıf bir kopyası olarak yayın hayatına böyle başladı. Yayın hayatı dediysem öyle onlarca sayı filan gelmesin aklınıza. Dıgıdık’ın yayın hayatı oldukça kısa sürdü; başlangıç ve bitiş toplam bir sayı. Yekta yazıları daktiloda yazıyor, ben karikatürleri kopya kâğıdına çiziyordum. Sonra bunları uygun bir mizanpajla büyük bir kartona yapıştırıyorduk. Bu yöntemle ancak bir nüsha üretebildik, onu da satmaya kıyamadık. Dıgıdık macerası böylece sona erdi.
Yekta Kopan: Ama yıllar geçtikçe Dıgıdık süreci bize üretmenin dinamikleri konusunda yol gösteren bir pusulaya dönüştü. Birlikte üretmek, üretirken karşı tarafı dinlemek, heyecanı hep yüksekte tutabilmek ve süreci bir öğrenme alanına çevirmek. Yıllar içinde çok sayıda ortak iş yaptım. Televizyonda yaptığım işlerden yayıncılık dünyasındaki işlere kadar… Tuhaf gelecek ama bu işlerde hep o Dıgıdık günleri aklıma gelir. Bana bayağı bir etkisi olmuş anlayacağınız.
Çocukluğunuzun çizgi romanları nelerdi?
Yekta Kopan: Mizah dergilerini yutar gibi okurduk. Başta Gırgır… Gırgır’daki her karikatürü, her çizgi romanı kare kare incelerdik. Hatta üstüne konuşurduk sonra. Aynı dönemin bir diğer dergisi Fırt ve Çarşaf o kadar cezbetmezdi bizi ama onları da mutlaka okurduk. Levent, karikatüristler konusunda bana bilgiler verir, çizgi özelliklerini falan anlatırdı. Ülkemizde Tommiks-Teksas diye sınıflandırılan İtalyan çizgi romanlarını da çok severdim ben. Mandrake, Tom Braks, Swing, Kızılmaske falan… Milliyet Çocuk dergisinin ortasında edebiyat uyarlamaları olurdu. Her sayıda tam bir roman, heyecanla beklerdim onları. Ama listenin başında Asteriks ve Red Kit var elbette. Bir de ortak tutkumuz Sempé… Onu Levent anlatsın.
Levent Gönenç: Ben de Yekta’nın dökümünü yaptığı çizgi romanların tümünü severek okurdum. Sempé ise Goscinny ile birlikte hazırladığı Pıtırcık serisiyle hayatımıza girdi. Goscinny’nin yazdığı, Sempé’nin çizdiği bu serinin beş kitabını ablam bana takım olarak hediye etmişti. Okur okumaz Goscinny’nin hınzır mizahına, Sempé’nin sevimli çizgilerine vurulmuştum. Yekta da eşzamanlı olarak bu seriyi okumuştu. Artık üzerinde konuşacak yeni bir malzeme vardı elimizde. Pıtırcık’la olan maceramız bununla sınırlı kalmadı. İlkokul son sınıfta, yıl sonu müsameresinde Pıtırcık’ı sahneledik.
‘Sarmaşık’ı hazırlarken yazar ve çizer olarak nasıl bir yol izlediniz, birbirini çok iyi tanıyan iki isim olmanın avantajları ve dezavantajları neler oldu?
Levent Gönenç: ‘Sarmaşık’ projesinin başlangıcı yedi-sekiz yıl öncesine dayanıyor ancak kitabın son haliyle çizimi son bir yıla yayılan bir iş. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu süreçte bana pandeminin olumlu bir katkısı oldu; kitaba yoğunlaşıp tamamlamama imkân sağladı. Yekta İstanbul’da, ben Ankara’dayım, aramızda mesafeler var ama birlikte üretmek açısından bu hiçbir zaman bir sorun olmadı. Bunca yıldan sonra; görüşmeden, hatta konuşmadan ortak bir noktada buluşabiliyoruz.
Yekta Kopan: Ben açıkçası çok rahattım. Levent, öyküyü yayımlanmadan okumuştu. Üstüne çok konuştuğumuz bir öyküdür. Arka planına da çok hâkimdi Levent. O yüzden özellikle senaryonun oluşması aşamasında kendimi ve öykümü çok güvende hissediyordum. Sırtımı yasladım ve bekledim. Ama bir de işin zaman kısmı var. Uzun bir süreden söz ediyoruz. Levent’in dediği gibi, yedi-sekiz yıl aldı bu cilde ulaşmamız. Arada ‘bitirememe gerilimi’ yaşadığımız anlar olmuştur. Orada da yakın arkadaş olmamız sayesinde olası dezavantajları rahatlıkla aştık.
‘Sarmaşık’ta mahallede geçen bir öykü var, İstanbul çizgi romanlara nasıl bir fon oluşturuyor?
Levent Gönenç: Şehir çizgi romanda anlatılan hikâyenin arka planını, atmosferini oluşturmak ve sürekliliğini sağlamak açısından çok önemli. Hatta şehir yeri geldiğinde grafik anlatının öznesi haline dahi gelebilir. Örnekse, ‘Batman’ serisindeki Gotham City. İstanbul bu anlamda bir çizgi romancı için müthiş bir memba.
Çizgi roman yapmaya heves edenlere önerileriniz nedir?
Levent Gönenç: Sadece çizgi roman için değil, tüm sanat dalları için şunu söyleyebilirim; okumak, izlemek, dinlemek; bir sanatçı olarak kendini sürekli geliştirmek. Bunun yanında, eskilerin dediği gibi, düzenli çizerek ‘bileğini güçlendirmek’. Kaynağa gelince; çizgi roman yapmak isteyenlere her şeyden önce Scott McCloud’ın ‘Çizgi Romanı Anlamak’ kitabını öneririm.
RÖPORTAJ: ZEYNEP GÜLER CEYLAN