Ana SayfaYAŞAMSevgili İstanbullular sporu ve sporcuyu niye sevmiyorsunuz?

Sevgili İstanbullular sporu ve sporcuyu niye sevmiyorsunuz?

Malum, pek fazla spor kültürü olmayan bir toplumuz. Bunu biliyorum ama yine de somut örnekleriyle karşılaşmak insanı dumur ediyor. En son geçen ay Vodafone İstanbul Yarı Maratonu’nda yaşadıklarım gibi…SERKAN OCAK

20 Eylül’de tüm pandemi koşullarına rağmen İstanbul’da yarı maraton organizasyonu yapıldı. Bu yıl ilk kez 21 kilometrelik yepyeni bir parkur belirlenmişti.
Pandemi damgası elbette burada da hissediliyordu. Bir kere her zaman olduğu gibi binlerce, hatta on binlerce değil sadece 2500 kişilik bir sporcu kapasitesi belirlenmişti.
Yenikapı’daki geniş dolgu alanında her yarışmacı için neredeyse 2 metrekarelik alanlar yaratılmıştı. HES kodu olmayan, maskesiz hiç kimse alana alınmadı.
Herkes numarasındaki renklere göre start aldı. Ben de siyahlarla vardım start hattına…
Hava durumu parçalı bulutlu gösteriyordu ama gökyüzüne ne zaman baksam fırtına geliyor hissine kapılıyordum. Soğuk rüzgâr da cabası. Maratonda anladım kışın yaklaştığını.
İlk kilometrelerde her şey güzeldi. Ama her zaman olduğu gibi büyük bir sorun, daha doğrusu büyük bir boşluk vardı. 2500 sporcu ve neredeyse sıfır izleyici…

EKRAN BAŞINDA DEĞİL DOĞRUDAN EKRANDAN DESTEK

Bunu tahmin eden sponsor Vodafone, daha ilk kilometrede coşkuyu vermek için Yenikapı araç alt geçidinde sanal bir seyirci ortamı oluşturmuştu. Dev ekranlarda beliren destekçiler hep bir ağızdan “Koş koş” gide bağırıp çılgınlar gibi alkışlıyordu. “Tövbe tövbe” deyip yarışa devam ettim. Bırakın gaza gelmeyi sesin yüksekliğinden kulaklarım kapalı geçtim alt geçidi. İyi niyete diyecek yok ama hiç gerçeğinin yerini tutar mı? Tutmadı tabii ki…
Sanırım ilk seyirciyi Eminönü civarında gördüm. Aslında onlar da yolun karşısına geçemediği için mecburen pembe tişörtleri ile koşan kalabalığa bakıyordu. Birinin alkışlı tezahüratını duyar gibi oldum.
Tam krampa karşı magnezyum haplarımı almak üzere yürümeye dönmüştüm ki kenardan bir sataşma geldi: “Hah al işte şişti bi tanesi daha.”
Eminönü’ndeki alt geçidinden Unkapanı’na doğru koşmaya devam ettim. Önümdeki orta yaş üstü koşucuya ise kenardan biri seslendi. “Sonunda gelebildin!”
“Arkadaşıdır, şaka yapıyordur” diye düşünürken, önümdeki abi “Terbiyesizlik yapma, terbiyesiz…” diye çıkışmasın mı? Anlam veremediğim bir diyalogdur olur öyle derken Unkapanı Köprüsü’ne gelmeden yine bir kendini bilmez sırıta sırıta “Sizden önce geçen olmadı” diyerek aklı sıra Kemal Sunal’a gönderme yapıyordu.

KOŞUYU BIRAKIP KAFA MI ATSAM?

Yine başka birin alkışlarının ardından “Haydi abicim olmuyor böyle haydi haydi daha tempolu” gibi lafları karşısında gidip kafa atasım geldi… Ama tuttum kendimi.
Koşunun Balat-Fener sahillerinde garip bir abiye rastladım. Bisikletini park etmiş, sandalyesine oturmuş, her geçeni alkışlıyordu. Etrafında kimse yoktu. Hem bisiklet hem de sandalyeyi oraya nasıl getirmiş sorusuna yanıt bulamadım. Bu bıyıklı sarışın abi sanırım koşu boyunca yürekten alkış tutan tek kişiydi. Bilmem kaç yüzüncü olarak oradan geçen beni bile deli gibi alkışladı. Durup abiyi öpmek istedim ama pandemi içimdeki dürtüye engel oldu.
Yeni rotanın dönüş durağı Feshane idi. Keskin bir U yaptık. İstikamet geldiğimiz yer, Yenikapı…

HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR

Döndükten bir süre katıldığım maraton ekürim Itır Erhart’la karşılaştım. Adım Adım’ın kurucularından Erhart’ın yanında da BM iyi niyet elçisi, oyuncu Mert Fırat vardı. Birlikte parkurun 18’nci kilometresine kadar tempolu bir koşu yaptık. Eminönü’deki abinin ahı tutmuş olacak ki bu kez gerçekten şiştim, her yerime kramplar girmeye başladı. Son 3 km yürümeye başladım. “Ha 15 dakika önce ha sonra” dedim kendi kendime.
Meğer bunda da bir hikmet varmış. Yarışı 1500’üncü bitirmişim. Eve döndükten sonra çalan telefonla öğrendim. Meğer 15 ve 150’nci sporcuya ulaşamayınca 1500’üncü sporcuyu aramışlar. Talihli benmişim: Red Bull’un akrobasi uçağı ile bir deneme uçuşu kazanmışım.
Maraton macerama İtalyan pilot Dario Costa ile bir de akrobatik uçuş yapmak eklendi. Bu da kısa maratonun kısa karı oldu.
Ama maratondan aklında en çok ne kaldı derseniz, seyircilerimizin spora ve sporcuya bir alay malzemesi olarak bakmaktan ısrarla vazgeçmeyen halleri kaldı derim. Hâlâ sormadan edemiyorum: Siz niye böylesiniz sevgili seyirciler? Şurada güzel bir şey yapmaya çalışıyoruz kendi halimizde.

YAZI: SERKAN OCAK

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Populer Yazılar