Canlandırdığı her karakterle bizi bir kez daha kendine hayran bırakan Özge Gürel’le kendisi gibi renkli ve dinamik bir çekim için buluştuk. Şehri keşfetmeyi seven, yeni lezzetlerin izinden giden yetenekli oyuncunun İstanbul’unu, önerilerini ve gelecek planlarını konuştuk.
‘Muhteşem İkili’ dizisinin Nilüfer’i olarak ekranlardasınız. Nasıl bir karakter Nilüfer?
Nilüfer duvarsız bir karakter, ağzındaki ve içindeki aynı, bu önemliydi. Abisine inat, hep sevilmeye ya da desteğe ihtiyacı yok gibi davranmış, ‘ben tek başıma iyiyim’i göstermeye çalışmış. Barca karakteri onun dönüşümünün başlangıcı, tüm dengeleri yavaş yavaş bozuluyor.
Canlandırdığınız rolü kabul ederken sizi cezbeden şeyler neler oldu?
Öncelikle Nilüfer kimseye benzemiyordu, okurken hayal ettim, güldüm, sevdim. Sonra hikayenin geneli bir anda akıp gitmişti, diyaloglar gerçekti ve zekiceydi. İçinde olmak istedim.
Hep oynayacağınız rollere nasıl hazırlandığınız sorulur. Senelerdir uzun soluklu projelerde yer almış birisi olarak siz oynadığınız rollerle nasıl vedalaşıyorsunuz? Psikolojik olarak sizde nasıl etkileri oluyor?
Açıkçası bir veda ritüelim yok. İş bittiğinde karakter hikayesini anlatmış oluyor, benim için bazen uzun bazen kısa. Ama karakteri çıkarırken öğrendiğim duygular yaşamadığım anları içselleştirmek, bunlardan öğrendiklerim hep benimle. Yani her karakterin parçası içimde zaten, vedaya gerek yok.
Şu sıralar gündeminizde neler var? Kafanızı en çok neler meşgul ediyor?
Çalışırken gündemde hep işim oluyor. Çalışmadığım zaman o ertelediğim her şeyi toplu düşünüyorum, o yüzden karışıyor zaman zaman işler.
‘Egosunun altını değil üstünü çizen’ diyebileceğimiz insanlardansınız. Egosuz, disiplinli… Bu dengeyi ve disiplini nasıl sağlıyorsunuz?
Büyük resme bakıyorum, sadece sevdiğim işi yaptığımı ve işin getirisinin bilinirlik olduğunu biliyorum, bundan şikayet edecek değilim ama bununla övünmüyorum da, teşekkür edip, kabul ediyorum ve yoluma devam ediyorum.
Silivri’de büyüdünüz. Şehrin kaosu ve kalabalığını teğet geçen bu lokasyonda büyümenin sizdeki etkileri neler oldu?
Üniversiteye kadar oradaydım, hala sık sık gidiyorum, ailem ve dostlarım orada. Enteresan bir şekilde oraya girdiğiniz anda oraya dönüşüyorsunuz ve sakinleşiyorsunuz, buranın kaygıları benim için en azından oraya giremiyor. Ufak yerlerde büyümek insana güven aşılıyor. Herkes tanıdık, herkes akraba, hayat korunaklı bu bazen sarsıyor sizi ama uzun vadede ne kıymetli bir şey olduğunu anlıyorsunuz insana güvenebilmenin.
Şehri keşfetmeyi seven bir çiftsiniz Serkan Çayoğlu ile, gastronomik olarak son dönemdeki favorileriniz arasında nereler var?
Evet, çalışırken en büyük eğlencemiz yeni yemekler ve yeni mekanlar. Geleneksel duraklarımız dışında bu ara burger peşindeyiz, Zula, Akali ve Fireroom arasında gidip geliyoruz.
Şehirde gizli bir lezzet durağınız var mı?
Hünkar ve Suadiye Ranchero.
Setten arta kalan zamanlarınızda bir gününüz nasıl geçer?
Takip ettiğimiz diziler var, onları mutlaka izlemeye çalışıyoruz, arkadaşlar ve aileme vakit ayırmaya çalışıyorum, bir de evdeysem kedilere vakit ayırıp gönüllerini alıyorum. Ayrıca evde zaman geçirmeyi özlüyorum, bana da iyi geliyor. Bizim ev genelde buluşma noktası, hem evde vakit geçirmiş oluyorum hem arkadaşlarımı görüyorum, yemek ve sohbet… Dinlenmiş hissediyorum.
Yemek yemeyi çok sevdiğinizi biliyoruz, hatta gastronomi eğitiminiz de var. İlerde bir mekan açmak gibi bir fikriniz var mı?
Evet, bir pub açmak istiyorum ama daha vakit var.
Yaptığınızda en beğenilen yemek nedir?
Yaprak sarmamı seviyorlar ama genel olarak Türk mutfağında iyiyim.
Şehrin hangi yakasını daha çok seviyorsunuz?
Bu zor bir soru, daha önce sorsanız Avrupa Yakası derdim ama Anadolu Yakası’na taşındıktan sonra o kadar sevdim ki. Sanırım klişe cevap çok doğru; yaşamak için Anadolu Yakası, eğlenmek içinse Avrupa Yakası.
İstanbul deyince gözünüzün önüne gelen ilk fotoğraf ne oluyor?
Haliç köprüsü ve Kapalıçarşı.
Serkan Çayoğlu’yla magazinden uzak, keyifli bir ilişkiniz var. Sizce karakterinizin en çok buluştuğu ve birbirinizi beslediğiniz noktalar neler?
Biz dışarıdan bakınca birbirinin zıttı iki insan gibiyiz ama derine inince çok benziyoruz, farklı pencerelerden aynı yöne bakıyoruz. Güven ortak noktamız. Bu aşkına güveniyorum gibi bir şey değil; onun iyi niyetine, merhametli ve adaletli oluşuna, fikirlerine güveniyorum. Biz birbirimizi değiştirmeye çalışmadık, farklılıklardan beslendik, öğrendik, öyle dönüştük.
Hayalinizde olmak istediğiniz kişiye bugün ne kadar yakınsınız? Hedeflerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz?
Ulaştıktan sonra değerini kaybedecek hedefler yerine ucu açık hedeflerim oldu hep, çünkü biliyorum ki ben değiştikçe beklentilerim de değişecek. Öğrendiklerim başka kapılar açıp yeni hayaller getiriyor bana. Ne kadarına yaklaştın dersen şu an çok mutluyum, bu hayatım harika gidiyor demek değil ama öyle bir beklentim yok zaten, hayatla baş etmeyi öğrenmek keyifli bir yolculuk. Kariyerim içinse bence kendi yolumu çiziyorum, bunda inat ediyorum ve çok iyi gidiyorum.
Güzellik, makyaj, moda, alışveriş… Bu kelimelerle aranız nasıl?
Hepsi ilham verici ve hepsini kendime göre yorumluyorum.
Şehirde alışveriş yaparken en çok nereleri tercih edersiniz?
Alışverişte zaman kaybetmeyi ve bir şeyler giyip çıkartmayı sevmiyorum. O
yüzden online alışveriş tam benlik.
Özge Gürel’in İstanbul’u…
İstanbul’u hiç görmemiş birine bu şehri anlatacaksınız. En sık kullanacağınız kelimeler ne olurdu?
Zıtlıkları kullanırdım sanırım huzursuz ama dingin de, karanlık ama ışıklı da, umutlu ama karamsar.
Şehirde keşfettiğiniz bir yer var mı?
Galata’da sakladığım bir yerim var.
İstanbul’da en sevdiğiniz semt?
Beyoğlu.
Şehrin en iyi kavuşma mekanı sizce neresi?
Balıkçı Sabahattin.
Akşam yemeği için tercih edeceğiniz üç yer?
Brasserie Noir, Da Mario, Mikla.
Sokaktan ne yemeyi seversiniz?
Sanırım hepsini ama en çok kestane.
İstanbul olmasaydı nerede yaşamak isterdiniz?
İstanbul olmasaydı uzun süre bir yerde yaşamak ister miydim bilmiyorum ama bir süre egzotik bir ülke hayali hep içimde.
Röportaj: Burçak Şener Fotoğraf: Fırat Meriç