Ana SayfaRÖPORTAJLARNilperi Şahinkaya: Kolay bulduğundan kolay vazgeçersin

Nilperi Şahinkaya: Kolay bulduğundan kolay vazgeçersin

Dijital aşkların dört yanı sardığı bir ortamda, “Ava çıktığın yerde sihir mi olur” diyen genç bir romantik var karşımızda. Son dönemin en üretken oyuncularından Nilperi Şahinkaya ile mevzuya ‘pandemide aşk’tan girdik, yer aldığı popüler işlere ve tabii ki İstanbul’a uzandık.

Röportaj: Cansu Uras

Nilperi ile yedi yıl önce ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ adlı oyunun sahnelendiği dönemde tanıştığımda salt bir heyecan yumağı vardı karşımda. Ancak şimdi İstanbul Life’ın ‘pandemide aşk’ı merceğine aldığı yeni sayısı için buluştuğumuzda anladım ki, o heyecan yumağı, tomurcuklanıp çiçek açmış ve farklı yönlerini ortaya koymuş. Güçlü, ayakları yere sağlam basan ama yer kaysa da B planı olan, umursamaz ama dikkatli, rahat ama disiplini elden bırakmayan kısacası dezavantajı avantaja çevirecek pek çok özelliği bünyesinde barındıran Nilperi artık bu yanlarını karşısındakine kısacık bir sohbette veya hareketinde belli ediyor. Şu sıralar bir yandan ‘Yasak Elma’nın kadınlar savaşına Cansu karakteriyle dahil olan, diğer yandan “N’apıyor bunlar?” dedirtirken bağımlılık yaratan ‘Electro Monolog’da erkek arkadaşı Emre Yusufi ile üreten, artakalan zamanında ise BluTV’de yayınlanan ‘Aynen Aynen’ adlı nevi şahsına münhasır işte muzırlık peşinde olan Nilperi ile ‘pandemide aşk’ı merkezimize aldık. Ama bu kadarla kalmadı tabii… Ortaya karışık, uzun yol podcast’i olabilecek bir sohbet çıktı. Emre Yunusoğlu’nun objektifine yansıyan anlarda ise yeri geldi bizi yerle yeksan eden muz kabuğu metaforuyla eski aşklara selam çaktık, yeri geldi çiçeklendik, gün sonunda ise “Aşk güzeldir ve çok da renklidir” dedirtecek anlarla baş başa kaldık.

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

Üçüncü kez seninle bir röportaj için bir araya geliyoruz ve ilk iki röportajın kapanış cümlesiyle açılış yapmak istiyorum: “Artık aşk bizi bulsun” (gülüşüyoruz). Üçüncünün kapanış cümlesinin bu olmayacağı kesin çünkü o seni belli ki Emre Yusufi formunda çoktan bulmuş. Nasıl gidiyor, ilişkilerin sevimli üyesi tavşan sizde de başrolde galiba?
Emre’yle birbirimize şirinlik yapmayı seven bir çiftiz. İlk akla gelen şirin hayvanlardan biri de tavşan olduğu için birbirimize ‘tavşan’ deriz. İlk ondan çıktı bu laf, ben bir şeye şaşırmıştım yine; şaşırınca da gözlerim kocaman açılır, o da ‘tavşan!’ diye bağırmıştı (gülüyor). Kısaca toparlamam gerekirse, soğuk bir çift değiliz, birbirimizin bazı hareketlerine ve cevaplarına çok gülüyoruz, komiklik yapıyoruz birbirimize.

Pandemi ne tür farkındalıklar, keşifler getirdi hayatına?
Bende hiçbir farkındalık yaratmadı. Evde oturmayı çok seviyorum, çok mutluydum evde olmaktan… Hatta herkesin evde olması, o yarışın, kaosun durması beni çok rahatlattı. Hayat da pek durmadı zaten, Zoom ve canlı yayınlar başını aldı gitti (gülüyor.) Bir tek şu var ki, pandemi bittiğinde kesinlikle yurt dışına daha çok seyahat edeceğim.

Pandemi başladığında etrafımda pek çok kişinin dilinde şu cümle vardı: “Çiftler ya ayrılacak ya da pandemiden evlenerek çıkacak.” Birbirimize tahammülü ve de aynı zamanda tahammülsüzlük sınırını keşfettik galiba. Senin için durum nasıldı?
Emre pandemi boyunca bendeydi ve bu, ikimiz için de ilkti. Şaşırtıcı derecede birbirimize uyum sağladık, ikimiz de zoruzdur aslında. Mesela Emre yemek beğenmez ama çözüm olarak yemek yapmayı öğrendi; ben de yaptığı güzel pizzaları, brownie’leri yedim. Temizliği ben yaptım. O, kulaklıkla müzik bestelerken ya da heykel çizerken ben sporumu yaptım. Filmleri dizileri hep ben seçtim; o konuda usta olan benim (gülüyor). Yani kısacası birbirimizin alanlarına girmeden planlı programlı, çözüm odaklı ilerledik.

“Annem Meltem Vural’ın yazdığı ‘Şu Dağın Ardı İran’ kitabını filme ya da diziye çevirip annemi oynamak isterdim.”

Bir dönem flört siteleri revaçtaydı. Şimdi buna gerek kalmadı, çünkü sosyal medya var. Hatta LinkedIn profilinle kaydolduğun flört siteleri çıktı ortaya. Flörtün, ilişkilerin sosyal evrimiyle ilgili ne düşünüyorsun?
Mantıklı düşününce neden olmasın. Çünkü zaten birinin anlattıklarından ve fiziğinden etkilenirsin; bu siteler de buna uygun ama ilişki ya da aşk için bence mantık devre dışı kalıyor. Çünkü bence, o ilk birbirine bir yerde denk geldiğin anın sihri, tesadüflerin sizi bir araya getirmesi, “Acaba onu bir daha ne zaman görürüm?” heyecanı aşkı aşk yapan. Yani ava çıktığın bir sitede sihir falan kalmıyor. Kolay bulduğundan kolay vazgeçiyorsun.

‘Pandemide aşk’ ifadesi sana neyi çağrıştırıyor?
Pandemide aşk, eğer sanal ortamda tanışma sonucu ortaya çıktıysa, romantize edilmiş bir çaresizlik bence. Eğer pandemide karşılaşıp aşk olduysanız, restoransız, sinemasız, konsersiz bir aşk diyebilirim; bol şans.

Sence bu dönemin ilişkiler açısından en büyük zorluğu neydi: Yalnız olmak mı, sevgiliyle / eşle aynı evde yaşayıp çıldırmak mı?
Yalnız olmayı çok seviyorum ama yalnız kalan arkadaşlarım çok zorlandı. Sanki o kadar uzun süre yalnız kalmak daha zor olurmuş gibi geliyor.

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

Bazı araştırmacılar, bu dönemin ilişkiler dünyasında tarihi bir kırılmaya yol açacağını öne sürüyor. Sence de eski tip aşklar geri gelir mi? Sen hangisinden yanasın; eski aşklar mı yeni tip ilişkiler mi?
Bence romantik karakterler her durumda romantik, çapkınlar da her koşulda çapkın kalacaktır; bunun dış faktörlerle pek ilgisi yok. Çapkın biri özelden birkaç kişiye yazacaktır, mekânlar kapalı olduğundan da bir an önce eve davet edebilir. Fiziksel temas pek zorlaşmadı aslında; romantik akşam yemekleri, sinemalar, konser salonları kapandı ve flört edebilmek için mekân kalmaması aslında hızlıca evde buluşmayı destekliyor; bu da ne kadar heyecan verici bilemiyorum.

Pandemide aşka dair aldığın en tuhaf haber neydi?
Bir arkadaşıma DM’den bir tanıdığı yazdı ve Zoom’dan bir akşam yemeği hazırladılar. Sofra kurup Zoom’da akşam yemeği yediler.

Dergimizin bu sayısında “Fiziksel temas olmadan aşk olur mu?” diye sorguladığımız bir yazımız var. Franz Kafka-Milena aşkı bir referans. Sence olur mu?
Dediğim gibi, bence tamamıyla karakterle ilgili. Fiziksel temas olmadan aşk yaşayabilecek biri, kolayca ilişkiye başlayıp sürdürebilir. Kuzenim şimdiki eşiyle üç yıl Türkiye-Kanada mesafesinde Zoom’dan ilişkisini yürüttü ve şimdi evliler, Kanada’da yaşıyorlar ama kuzenim bunu yapabilecek biri. Kimileri için ise ‘gözden ırak olan gönülden de ırak’tır ve ekrandan görüşmek yetmeyebilir.

Aşktan biraz çıkıp projelerine dönelim mi? Bu kadar çok projede rol almanın sence avantajları / dezavantajları neler?
Dezavantajı çoğunlukla işi yetiştirme çabasıyla bazen keyif alamadan koşturarak işi bitirmek. Neredeyse hiçbir işin programı diğerine uymuyor ve mucizevi bir şekilde zaman yaratmaya çalışıyorsun, en yorucu kısmı bu. Beş işte varsan, beşi de aynı gün çekim yapmak istiyor; bu benim hayat sınavım olabilir (gülüyor). Avantajlı kısmı, aynı anda oynadığım her projede farklı bir tarafımı mutlu ediyorum. Yani ‘Aynen Aynen’ delirmiş tarafımı, ‘ Monolog’ yaratıcı tarafımı, tiyatro titiz oyuncu tarafımı, ‘Yasak Elma’ ise sorgulamadan oynayan tarafımı besliyor.

‘Sıfır Bir Adana’nın YouTube’dan dijital platforma geçmesinin ardından, ‘Electro Monolog’u Instagram’dan Gain’e taşıdınız. ‘Electro Monolog’un çıkış noktası neydi? “Pandemiyi üreterek geçirmek istedim” deme lütfen.
O zaman detaylı bir şekilde anlatayım (gülüyor). Evlere ilk kapandığımız dönemde Emre çok sıkıldı, ben ise çok eğlendim. Ben yogalar, kitaplar, filmler, Zoom’lar peşinde koşarken, Emre gitgide derbeder oldu. O dönem bende kalıyordu, evime müzik aletini getirdi; tam pandemiden önce ders almaya başlamıştı, çok hevesliydi. Kulaklığını takıp bir şeyler bestelemeye başladı kendi kendine. Ben de Eugène Ionesco’nun oyunlarını baştan okumak istedim; çünkü en sevdiğim yazarlardan. Tam elime kitabı aldım; okurken, Emre kulaklığını çıkarıp “Seninle birlikte bir şeyler üretelim, hem senden hem benden olsun” dedi. Dedim ki o zaman ben tirat okuyayım, sen de klavyeyle bir şey çal. Denedik ve anında etkilendik sonuçtan. ‘Yılanla Tilki’ ilk işimizdi, çekip yayımladık ve çok beğenildi, ‘devamı gelsin’ yorumları bizi motive etti ve devamını Emre’nin elektronik besteleriyle getirdik.

‘Electro Monolog’da tiratları nasıl seçiyorsunuz? Müziklerle nasıl eşleşiyor?
Tiratları ben seçiyorum ve Emre’ye müziği bestelemesi için “Burada alaturka bir şeyler çal” ya da “Karanlık bir parça olsun” gibi küçük doneler veriyorum. Bazen Emre önceden bestelemiş oluyor. Bu sefer de ben ona bir tirat arayıp buluyorum. Tiratların, Antik Yunan ya da klasiklerden olmasına gayret ediyorum ki çoğunluk hangi tirat olduğunu bilsin. Bilene daha keyifli oluyor çünkü. Tiratları günümüze uyarlıyoruz; mesela ‘Prometheus’ tiradını elektronik müzikle siyasetçi gibi, ‘Satıcının Ölümü’ tiradını ofiste sıkılmış bir şekilde oyun oynuyormuşçasına ya da ‘Vanya Dayı’ tiradını masada çayla, fonda alaturka bir müzik hayata sitem eder gibi okuyorum.

Hem ‘Yasak Elma’dasın hem de ‘Aynen Aynen’de. ‘Yasak Elma’dan başlayalım. Bu kadar Amazon savaşçısı misali kadının arasına girmek seni tedirgin etti mi?
‘Yasak Elma’ neredeyse 100 bölümdür var ve ortadan girmek beni hâlâ tedirgin ediyor çünkü oturmuş, aile gibi bir ekibe üvey evlat misali dahil oldum (gülüyor). Herkes çok iyi davransa da içimde bir yerde garip hissediyorum ve bu hissin bir an önce geçmesini umuyorum. Oynaması çok keyifli çünkü hızla ilerleyen entrikaların içinde herkes her şeyi her an yapabilir, bu da çok eğlenceli. Canlandırdığım karakter Cansu bence gücünü oyunculuğundan alan biri. İstisnasız bütün karakterlere ayrı oynuyor ve inandırıcı olduğu için zekileri bile etkisi altına alıyor. Bukalemun Cansu (gülüyor). Benim için muhteşem oldu çünkü dizide pek çok kadın oynamış oluyorum. Her karakterle ayrı ilişki kuran, ayrı oynayan bir rolüm var, çok memnunum.

Gelelim ‘Aynen Aynen’e; Kerem Bürsin’le ‘Bu Şehir Arkandan Gelecek’ ve de ‘Yaşamayanlar’ın ardından üçüncü işiniz. Sana nasıl bir oyun alanı sağlıyor Kerem? Yıllar içinde onda gördüğün en büyük farklılık nedir?
Kerem beni hep çok rahat hissettiriyor. Yanında istediğim gibi hareket edebiliyorum. Eminim o da benim için aynısını söyler. Açıkçası beraberken çok şımarıyoruz, bilmiyorum dışarıdan nasıl duruyor (gülüyor). Birbirimize soğuk şakalar yapıyoruz; başkasına yapsam küser ama Kerem küsmüyor, ben de ona küsmüyorum şimdilik (gülüyor). 2016’dan beri tanışıyoruz ve Kerem bence artık daha huzurlu.

‘Aynen Aynen’, ilişkilere dair cesur bir iş olarak algılanıyor. Sansür mekanizması tamamen ortadan kalksa, ekranda ilk görmek isteyeceğin şey ne olurdu?
Sahne olarak detaylandıramam ama gazeteci bir kadının maceralarını anlatan bir dizi izlemek, hatta öyle bir işte oynamak isterdim. Kariyerinin başlangıcı, yükselişi, karşılaştığı engelleri içeren bir proje bence çok başarılı olurdu.

Bir de ‘Nora – Bir Bebek Evi’nde izledik seni. Pek çok klasik arasından özellikle buna dahil olmanda neler etkili oldu?
Onu yönetmenimiz İbrahim Çiçek’e sormak lazım, o karar verdi. Ama ben kendi içimde tüm kurallara sorgulamadan uyan, uslu bir kızın başkaldırışını yaşadım (gülüyor). Nora, kocasına başkaldırıyor. Ben de tüm kontrolü elinde tutmaya çalışan, mükemmeliyetçi katı tarafıma başkaldırdım.

Dijital oyunlarla tiyatrodan uzak kalmıyoruz ama ironik şekilde tiyatronun izleciyle direkt teması da kayboluyor. Bu ikilemi nasıl yorumluyorsun?
Tiyatro tabii ki dijitalleştirilemez. Seyirciyle oyuncunun canlı enerji alışverişi lazım. Bu proje, bu geçici dönemde seyirciye iyi gelmek adına yapıldı. Diğer taraftan bu dijital tiyatro konsepti yeni bir tarz da olabilir. Tiyatronun yerine geçmeden, kendi içinde bir dal olabilir. Neden olmasın? Mesela e-kitaplar, kitapların sonunu getirmez ama birçok kitaba kolaylıkla erişebiliyoruz dijital kitaplar sayesinde. Dijital olan, aslını unutturmuyor, aksine yaşatıyor bence.

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

Instagram’da söylediğin Fransızca şarkı çok beğenildi. İngilizce ve Fransızcayı anadilin gibi biliyorken neden hiç yurtdışına yerleşmeyi düşünmedin?
Yabancı dilin olması yurtdışında kolayca yaşamak ve çalışmak için yeterli zannediliyor (gülüyor). İyi bir menajer bulmak, ona kendini kanıtlamak, sonrasında iyi filmlerin audition’larında en iyisi olmak zor. İmkânsız değil ama gözümde büyüyor. Türkiye’de yaşayanlar, Avrupa’yı fazla romantize ediyor bence, bunu Paris’te büyümüş biri olarak söylüyorum. Orada yaşamak, tatile ya da birkaç aylığına kursa gitmek gibi değil. Belki fikrim değişir ve umarım orada şansımı deneyecek motivasyonu bulurum ama şimdilik yok.

Hayatının bu döneminin mesleki yönünü bir yönetmen, aşk tarafını başka bir yönetmen ve salt kimliğini özetleyen tarafı ise üçüncü bir yönetmen yönetecek ve bir film yaratacaklar. Hangi yönetmenleri seçerdin ve neden? Üç yönetmenin filmlerini birleştirip bir film yaratmak istesek adı ne olurdu?
Öncelikle bu zorlu tez sorusu için teşekkür ederim (gülüyor). En bilinen yönetmenlerden örnek vereceğim; iş hayatım için Tarantino; çünkü yüksek tempoda, absürt ve heyecanı yüksek olay örgüsünü en iyi ortaya koyan yönetmenlerden. Aşk için Wes Anderson; çünkü rengârenk bir atmosferde tavşanların hopladığı masalımsı anlatımı şu anki ilişki durumumu özetliyor. Salt kimliğimi Christopher Nolan çeksin lütfen; bu kadar karmaşayı, gelgiti, uzay boşluğundaki yeni dünya arayışını ancak o yönetebilir (gülüyor). Üçünü birleştirip isim koysam ‘The Solving’ koyardım yani ‘Çözülüş’ çünkü zaman geçtikçe çözüldüğümü hissediyorum. Bu yönetmenler de sağ olsunlar çözülüşümü güzel anlatırlar.

Aşkla girizgâh yaptık, aşkla da kapatayım; neden ilişkiler en basit konu olabilecekken en büyük çıkmazımız?
Sanırım tahammül etmek, birbirine uyum sağlamak zorlaştı. Yapacak çok iş, dikkat dağıtan çok şey var. Aşk geri planda kalıyor. “Uğraşacak vaktim yok” lafını çok duyuyorum. ‘Daha iyisini bulurum’ düşüncesiyle hemen ilişki bitiriliyor. Sabrın hiç geliştirilmediği bir çağa geçtik. Sosyal medyadaki kısa içerikler, online alışveriş, ‘Tinder’ derken hemen her şey olsun ya da bitsin ister hale geldik. Yeni kuşak nasıl olacak çok merak ediyorum.

KISA KISA…

İstanbul’da bir yeri senin rehberliğinde gezeceğiz; neresi olurdu?
Bebek.

İstanbul’da bambaşka bir döneme ışınlanacaksın; hangi yılları tercih ederdin?
1990’ların başı.

Bir filmi kendi yorumunu da katarak romana dönüştüreceksin; bu hangisi olurdu? Neden?
Aklıma ‘Anlat İstanbul’ geldi. İstanbul’da geçen bir sürü hikâye ve kesişme noktaları var. Çok sevmiştim küçükken. Şimdi kendi İstanbul hikâyemi katıp kendimi o karakterlerle kesiştirmek isterdim romanımda.

Son zamanlarda en keyif alarak izlediğin dizi?
‘Bir Başkadır’.

Çok abartıldığını düşündüğün film?
Christopher Nolan’ın ‘Tenet’i.

Bir filmin herhangi bir karakterini bir kitaba dahil edeceksin; hangileri olurdu?
Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’ romanına, ‘Ahlat Ağacı’ndaki Doğu Demirkol’u koyardım ki müthiş komik diyaloglar çıksın. Biri hayatın sihirli bir yer olduğunu savunurken, diğeri son derece gerçekçi ve dalgacı bir yerden yaklaşacak.

Söylemeyi en çok sevdiğin şarkı nedir?
Röyksopp – ‘What Else Is There?’

Hayatının en büyük komik başarısızlığı nedir?
Aklımda isim tutamamak benim için bir başarısızlıktır ve herkesin isimlerini farklı söyleyip mütemadiyen rezil olurum.

Röportaj: Cansu Uras
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Styling: Yasemin Eke / Porter İstanbul
Styling Asistanı: Özge Ekici
Saç: Akın Ünal
Makyaj: Canan Hızlı

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Populer Yazılar