Ana SayfaAHMET ÜMİTAşka adanmış bir tapınak: Ayasofya

Aşka adanmış bir tapınak: Ayasofya

Müze olarak mı kalacak, ibadete mi açılacak? Her devrin sıcak tartışma başlığı Ayasofya yine gündemde. Peki ama üzerine bu sıklıkta konuştuğumuz bu kadim yapının geçmişine ve gizemlerine ne kadar hâkimiz? Ahmet Ümit buradan yola çıktı ve kanun değiştiren, bir ülkeyi kurtarıp yeniden inşa eden bir aşkın hikâyesini, Ayasofya’nın bu tartışmalar arasında unutulmuş gizli kahramanları olan Jüstinyen ve Teodora’yı anlattı. AHMET ÜMİT

Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen bir kilise olduğundan “Üçüncü Ayasofya” olarak da bilinir.

Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından 537 yılında ibadete açılan bu görkemli tapınak, 1453 yılında Konstantinopolis’in fethiyle camiye dönüştürülmüş, Cumhuriyet döneminde ise 1935 yılından itibaren müze olarak hizmet vermeye başlamıştı. Tartışma bu görkemli yapının kıymeti değil, kutsallığı üzerinden yapılıyor. Yaklaşık 1500 yıllık anıtsal bir bina olan Ayasofya’nın kıymeti herkes tarafından kabul görüyor. Belki de bu nedenle, tarihte bir dinin tapınımı için yaptırılmış mabedin başka bir din tarafından kullanımı yeniden isteniyor. Hem de büyük bir inançla, büyük bir tutkuyla, gözyaşları içinde. Evet, hiç kuşkusuz Ayasofya dini ihtiyaçları karşılamak için yapılmış bir yapı, farklı dinler tarafından da bu amaç için kullanılmış ama inşa edilmesinin altında çok da konuşulmayan, adeta göz ardı edilen bir neden daha var: Görkemli bir aşk hikâyesi. Bir imparatorluğun, bir hükümdarın, bir kraliçenin ve hepsinden önemlisi bu şehirde gerçekleşen en büyük isyanlardan birinin kaderini belirleyen bir aşk hikâyesi. İşte size bu hikayeyi anlatmak istiyorum. Bugünkü Ayasofya, aynı yerde inşa edilen üçüncü kilisedir. Hristiyanlıktan önce, pagan dönemde burada Artemis Tapınağı yer alıyordu. İlk kilise Büyük Konstantin’in o zamanki İstanbul’u, Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan etmesinden 30 yıl sonra, 360 yılında, artık hükmünü yitiren Artemis Tapınağı’nın üzerine yapıldı. İbadethane, Büyük Konstantin’in oğullarından II. Constantinus zamanında tamamlandı. Bu tapınak bir yangında yıkılınca aynı yere ikinci
Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen bir kilise olduğundan “Üçüncü Ayasofya” olarak da bilinir.
Ayasofya yapıldı. Yapılmak zorundaydı, çünkü şehir demek saray, garnizon, tapınak ve hipodrom demekti. II. Teodosius zamanında tamamlanan ikinci kilisenin açılışı 10 Ekim 415’ti. Üçüncü Ayasofya ise bundan yüz küsur yıl sonra yapılacaktı.

527-555 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru olan Jüstinyen’in (solda), soylu olmadığı halde imparatoriçe olmayı başaran Teodora (sağda) ile aşkı tarihte geniş yer bulmuştur. Teodora bir aşk ve cinsellik sembolü olarak yansıtılır.

DANSÇILIKTAN İMPARATORİÇELİĞE: TEODORA

Üçüncü Ayasofya’yı öğrenmek için öncelikle iki başkahramanın hikâyesini bilmemiz gerekir. Bir çiftçi ailesinin oğlu olmasına rağmen tahta oturan Jüstinyen ile önce dansçılık, ardından seks işçiliği, sonra da imparatoriçelik yapan karısı Teodora’dan söz ediyorum. Üçüncü Ayasofya, bu iki tarihsel şahsiyetin fırtınalı aşklarının eseridir dersek inanın abartmış olmayız. Jüstinyen, büyük aşkı Teodora ile karşılaştığında henüz imparator değildi ama imparator dayısı Jüstin sayesinde tahta ulaşacağı kapılar, önünde birer birer açılıyordu. Teodora ise muhtemelen yirmili yaşlarının başındaydı ama yaşadığı zorlu hayat, soylu erkekler ve üst düzey askerlerle yaşadığı ilişkiler sayesinde zengin bir deneyime sahip olmuştu. Bu deneyimin sadece tensel zevklerle alakalı olmadığını da söylemeliyiz. Muhtemelen ilk bağlanan kişi Jüstinyen olmuştur, ne de olsa Teodora için onlarca erkekten biriydi müstakbel imparator. Ama sonra onun da Jüstinyen’e âşık olduğu söylenebilir. Çünkü en zor zamanlarında bile onu terk etmemiştir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun bu sıradışı âşıkları hakkında en ilginç yazıları, Prokopios adında bir devlet görevlisi yazmıştır. Kendisi hem bir kâtip hem de hukuk danışmanıydı. İmparator ve imparatoriçe hakkında birbirleriyle taban tabana zıt iki kitap yazdı. İlk kitap ‘İstanbul’da Jüstinyen Döneminde Yapılar’ adını taşıyor, Jüstinyen ile Teodora’yı göklere çıkarıyordu. Prokopios, onları öve öve bitiremiyor, sanki bir imparator ve imparatoriçe değil de bir azizle bir azizeden bahsediyordu. Buna mukabil yazdığı ikinci kitapsa, tümüyle Jüstinyen ile Teodora’yı yerin dibine sokmak için yazılmıştı. Eserin adı da manidardır: ‘Bizans’ın Gizli Tarihi’. Prokopios bu kitabında imparatoriçeyi şehvet düşkünü bir seks manyağı, büyücü ve tehlikeli bir dişi olarak gösterir. İmparator ise bu kadının oyuncağı olmuş kanlı bir katildir. Tabii kitap gizlice kaleme alınmış ve el altından dağıtılmıştı. Prokopios’un yazdıkları ne kadar gerçeği yansıtıyordu bilmiyoruz. Ama Jüstinyen ile Teodora halktan gelen kişilerdi. Bu yüzden Konstantinopolis’in aristokratları onlardan hoşlanmıyor olabilir. Prokopios da dönemin aydını, entelektüeli sayılırdı. O da kendini aristokratlara yakın hissediyor olabilir. Kaleminden kan damlamasının nedeni de bu nefret olabilir. Öte yandan ateş olmayan yerden duman çıkmaz demişler. Ama ne olursa olsun bilinen bir gerçek var ki, o da Teodora’nın son derece cesur, kararlı ve acımasız bir imparatoriçe olduğudur.

Mimari bakımdan ‘kubbeli bazilika’ tipinde bir yapı olan Ayasofya, kubbesi ve iç tasarımıyla mimari açıdan bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
Fotoğraf: : SALT Galata – Ülgen Ailesi Arşivi

O OLMASAYDI AYASOFYA DA OLMAZDI

Eğer Teodora yeteri kadar cesur, kararlı ve acımasız olmasaydı bugünkü Ayasofya yapılamazdı. Çünkü Jüstinyen, 532 yılındaki Nika Ayaklanması’nı asla kendi iradesiyle bastıramazdı. Ayaklanma bastırılamayınca da Ayasofya inşa edilemezdi. Nika Ayaklanması bu şehrin tarihindeki en önemli isyanlardan biridir. Ayaklanmaya neden olan olay, dönemin Konstantinopolis valisinin Yeşiller ve Maviler’den yedi kişiyi tutuklamasıyla alev aldı. Yeşiller ve Maviler o dönemin önemli iki sosyal grubuydu. Günümüzün büyük spor takımları gibiydiler. Halk üzerinde çok büyük etkileri vardı. Yeşiller ve Maviler’in kimi üyeleri hipodromdaki yarışlar sırasında aşırılıklar göstermiş, şiddet olaylarına başvurmuşlardı. Vali de bu kişilerden yedisinin idam edilmesi emrini verdi. Ancak asılanlardan biri Mavi, öteki Yeşil olmak üzere iki kişi mucize eseri ölümden kurtuldu. Kurtulanlar, bir manastıra sığındılar. Birkaç gün sonra hipodromda yapılan yarışlarda hem Maviler hem de Yeşiller, manastıra sığınan bu kişileri affetmesi için Jüstinyen’e çağrıda bulundular. Ama imparator onları dinlemedi. Bunun üzerine, o güne kadar birbirlerine rakip olan Maviler ile Yeşiller birleşerek İmparator’a karşı ayaklandılar. Hipodrom “Nika! Nika!” yani “Zafer! Zafer!” sesleriyle çınlıyordu. Halk o kadar öfkeliydi ki Jüstinyen sarayına çekilmek zorunda kaldı. İmparator’un çekildiğini gören isyancılar, ayaklanmayı hipodrom dışına taşıdılar. Aslında ayaklanma kolayca bastırılabilirdi ama Jüstinyen’in uyguladığı sıkı vergi politikasına karşı olan aristokratlar da baldırı çıplak takımına destek verince, işler çığırından çıktı. İsyancılar önce hapishaneyi basıp mahkûmları serbest bıraktılar, ardından o günkü Ayasofya’yı, Patrikhane’yi, Senato’yu, Aya İrini’yi, Basilika
527-555 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru olan Jüstinyen’in (solda), soylu olmadığı halde imparatoriçe olmayı başaran Teodora (sağda) ile aşkı tarihte geniş yer bulmuştur. Teodora bir aşk ve cinsellik sembolü olarak yansıtılır.
Mimari bakımdan ‘kubbeli bazilika’ tipinde bir yapı olan Ayasofya, kubbesi ve iç tasarımıyla mimari açıdan bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
Stoa’yı, Zeuxippos Banyoları’nı ve mese (şehrin anayolu, günümüzde Divanyolu Caddesi) üzerindeki binaları ateşe verdiler.

KONSTANTİNOPOLİS YANIYOR

Gözünüzün önünde şöyle bir canlandırın. Bugünkü Sultanahmet çevresinde, Aksaray’a kadar uzanan cadde boyunca önemli binalar alevler içinde… İkinci gün isyancılar iyice cesaretlendiler. Hipodromda toplanıp başta Konstantinopolis valisi olmak üzere, imparatorluk yetkililerinin görevden alınmasını istediler. Pabucun pahalı olduğunu anlayan Jüstinyen asilerin isteklerini kabul etti. Ama isyan dinmedi. Beşinci günün sonunda Jüstinyen son çare hipodroma gelerek, isyancılara bir konuşma yaptı. Ayaklanmayı sona erdirirlerse hiç kimsenin cezalandırılmayacağını söyledi. Fakat kalabalık onu dinlemedi bile. Artık tek bir istekleri vardı; imparatoru değiştirmek. Jüstinyen, apar topar kaçarak saraya döndü. Asiler yeni bir imparator bulmaya çalışırken, Jüstinyen de şehirden uzaklaşmanın yararlı olacağını düşünerek, gemisini hazırlatmaya koyuldu. İmparator kaçış hazırlıklarını tamamlamak üzereyken, taht odasında Teodora belirdi… “Yapmayın İmparatorum” dedi kararlı bir sesle. “Kaçmayın. Kurtuluş için tek yol olsa bile bunu yapmayın. Kuşkusuz, hepimiz bir gün öleceğiz. Önemli olan ölmek değil, şerefle anılmaktır. Kaçışınız, size ölüm kadar şeref getirmeyecektir. Lütfen gitmeyin. Bana gelince, bu erguvan renkli pelerinimden daha güzel bir kefen düşünemiyorum kendime…” Hayatta en çok sevdiği insan olan Teodora’dan duyduğu bu sözler, Jüstinyen’i etkiledi. Belki de utandırdı. Kaçmaktan vazgeçti, en yetenekli iki komutanını, Belisarius ile Mundus’u saraya çağırdı. İsyancıların hepsinin kılıçtan geçirilmesi buyruğunu verdi. Aynı gün, isyancılar yeni taleplerini bildirmek için hipodromda toplanmışlardı. İki acımasız komutan, askerleriyle iki ayrı kapıdan hipodroma, yani bugünkü Sultanahmet Meydanı’na girdiler. Bütün çıkış kapılarını kapatıp hipodrom daki yaklaşık 30 bin kişilik isyancı topluluğunu kadın, çocuk demeden kılıçtan geçirdiler. Gecenin sonunda hipodrom kan gölüne dönmüş, ayaklanma bastırılmıştı. Tarihte kimse ölen isyancıların adını anmadı, o dönemde ailelerinden başka kimse onların yasını tutmadı. Çünkü tarihi yenenler yazardı. Nitekim Nika Ayaklanması’nın sonunda da öyle oldu. Artık Jüstinyen, Konstantinopolis’in yeni imar planına başlayabilirdi.

KONSTANTİNOPOLİS KIŞININ EN MUTLU GÜNÜ

Jüstinyen, Doğu Roma’nın en önemli imparatorlarından biri olmak istiyordu. Nika Ayaklanması ona bu fırsatı verdi. Şehri yeni baştan kurdu. Elbette yıkılan büyük kilisenin yerine yenisi yapılmalıydı. İşte günümüzdeki Ayasofya’nın yapımı böyle başladı. İnşası yıllarca sürdü. Mimarlar kadar bilim adamlarından da yararlanıldı. Matematikçiler Tralleisli Anthemos ve Miletoslu İsidoros bilgilerini mabedin yapımında kullandılar. Yaklaşık on bin işçi gece gündüz demeden çalıştı. Ve 27 Aralık 537 tarihinde açıldı. Konstantinopolis kışının en mutlu günüydü. Tapınak tamamlanmıştı. Beş yıllık hırs, zekâ ve emek, yepyeni bir kilise olarak kendini göstermişti. İmparator ve imparatoriçe oradaydılar. Beş yıllık düşlerine bakıyorlardı. Teodora’nın eli, Jüstinyen’in avucundaydı. Dünyanın kötülüklerinden korunmak için imparatorun kudretli avucuna sığınan bir kuş gibi. Ama kimin kime sığındığı belirsizdi. Teodora sokaklardan geliyordu. Sokaklar, Roma devletinin yüksek terbiyesiyle büyüyen bir imparatorun öğreneceğinden çok daha fazlasını öğretmişti ona. Teodora olmasaydı Jüstinyen olmazdı. Jüstinyen olmasaydı ne Roma yeniden altın çağını yaşayabilir ne Konstantinopolis küllerinden doğabilir ne de görkemli Ayasofya yaptırılabilirdi. Jüstinyen o güne kadarki en büyük, en ihtişamlı, en etkileyici tapınağa bakarken, yeryüzündeki ilk tapınağı yapan Süleyman Peygamber’e şöyle seslendi: “Görüyor musun ey Süleyman, seni geçtim.” Ayasofya o güne kadar yapılan en büyük kubbeli yapıydı. Aradan bin yıl geçtikten sonra bile, çok istemesine rağmen Mimar Sinan hem Süleymaniye Camii’nde hem de Selimiye Camii’nde bu genişlikte bir kubbe yapamamıştır… Ayasofya’nın yapımından yüzlerce yıl sonra ancak üç yapı bu büyüklüğü aşabildi. Londra’daki Aziz Paul Katedrali, Roma’daki Aziz Pier Katedrali ve Milano’daki Duomo Katedrali…

Jüstinyen o güne kadarki en büyük, en ihtişamlı, en etkileyici tapınağa bakarken, yeryüzündeki ilk tapınağı yapan Süleyman Peygamber’e şöyle seslendi: “Görüyor musun ey Süleyman, seni geçtim.”

TAPINAK TANRI İÇİN MİDİR, İMPARATOR İÇİN Mİ?

Elbette, Jüstinyen Ayasofya’yı Hıristiyan âlemi için yaptırdığını söyledi. Doğu Roma İmparatorluğu’nun kutsallığına vurgu yapmak için, defalarca Tanrı’ya duyduğu inancı dile getirdi. Fakat iş tam da öyle değil aslında. Tapınaklar, Tanrı’dan çok, onu yaptıran imparatora saygınlık kazandırır. Hükümdarı, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak tescil eder. Sadece Tanrı’ya ait olması gereken iktidarın, yeryüzündeki ortağının hükümdar olduğunu hatırlatır. Tapınaklar, yaptıranların isimlerini ölümsüzleştirdiği gibi, halklarının gözünde de saygınlıklarını artırır. Hem de tapınakların yapılması için halklarının aşına ekmeğine el koymalarına rağmen. Yani bu tapınakları yaptıranlar, hangi inanç sistemi olursa olsun, dini kullanarak kendi iktidarlarını sağlamlaştırırlar aslında. Ama Jüstinyen’in kişisel bir nedeni daha vardı bu muhteşem mabedi yaptırmak için. Duyduğu büyük aşkı ölümsüzleştirmek. Hayır, İsa Peygamber’e duyduğu bağlılıktan bahsetmiyorum, karısı Teodora’ya duyduğu aşktan söz ediyorum. Ayasofya’yı gezerseniz, görürsünüz. O eşsiz sütunların üzerindeki başlıklarda Jüstinyen ile karısı Teodora’nın başharflerinden oluşan monogramlar yer alır. Tıpkı günümüz dev şirketlerinin logoları gibi. Yani Ayasofya bir mabet olduğu kadar, aşktan gözü dönmüş bir imparatorun, sevdiği kadına şükran borcunu ödemek için yaptırdığı bir anıttır da…

O eşsiz sütunların üzerindeki başlıklarda Jüstinyen ile karısı Teodora’nın başharflerinden oluşan monogramlar yer alır. Tıpkı günümüz dev şirketlerinin logoları gibi.

FATİH GİBİ AÇIK FİKİRLİ BİR PADİŞAHTI VE ELBETTE BİLGELİKTEN YANAYDI

Jüstinyen’in yeniden yaptırdığı bu muhteşem tapınak, 916 yıl sonra Fatih Sultan Mehmed’in Konstantinopolis’i fethetmesiyle camiye dönüştürüldü. Burada ince bir ayrıntı var. Kiliseyi camiye dönüştüren Fatih, ismini değiştirmedi. Nedenine gelince, tapınak herhangi bir azizin ismini taşımıyordu, ‘Kutsal Bilgelik’ adına yapılmıştı. Fatih gibi açık fikirli bir padişah elbette bilgelikten yanaydı, o yüzden ismini tutarak Ayasofya’yı camiye çevirdi. Tam 482 yıl Müslümanlara hizmet veren tapınak 1935 yılında müzeye dönüştürülerek tüm insanlığın ortak hizmetine açıldı. Ama o günden beri yeniden camiye dönüştürülmesi tartışmaları eksik olmadı. Şahsi fikrim, Ayasofya’nın müze olarak kalmasıdır. Bu durum, bu ihtişamlı tarihsel anıtın, dünya mirası olması özelliğine daha uygundur.

YAZI: AHMET ÜMİT

 

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Populer Yazılar