Atatürk’ten Adnan Menderes’e, Yahya Kemal’den Agatha Christie’ye, her biri bu şehrin hafızasına kazınmış şahsiyetleri ağırladı, odalarında ne planlar yapıldı, kaç eser yazıldı… Beyoğlu’nun artık var olmayan otellerinin geçmişinde film tadında gerçekler var. Sizi oturduğunuz yerden yakın tarih turuna çıkarayım. AHMET ÜMİT
İstiklal Caddesi aslında tüm insanlığın mirasıdır ki, bir zamanlar farklı dinlerin, farklı dillerin, farklı kültürlerin kendini rahatça ifade edebildiği bir yer olmuştur. Bugün ne yazık ki o çokkültürlü Beyoğlu yok ama buna üzülmek yerine, en azından eski Beyoğlu’ndan kalanları korumak daha anlamlı olur. İnsanlar şehirleri yaparken, şehirler de insanların düşüncelerini, duygularını, davranışlarını yani bütün yaşam tarzını oluşturur.
Dünyanın neresinde olursa olsun, oteller asla sadece birer konaklama yeri değil, o ülkenin ve şehrin hem geçmişini hem bugününü anlatan bir mekândır. Üstelik uzaklığı ve sınırları ortadan kaldırarak kendimizi evimizde hissetmemizi sağlar. Bu, otellerin mutlaka çok tanınmış, çok lüks ve çok pahalı olması anlamına gelmez. Bazen küçük bir butik otel, bazen konaktan devşirme bir mekân, bazen bir çiftlik evi, bazen kayadan oyulma bir oda da olabilir. Önemli olan kendimizi iyi hissedebileceğimiz, rahatlayabileceğimiz, mutluluk veren mekânlarda kalmaktır.
Hanlardan yıldızlı otellere…
Konaklamanın tarihi eskilere uzanır. Selçuklu’da ve Osmanlı’da yolcuların gereksinimlerini karşılamak için uzun yollarda kervansaraylar inşa edilmişti. Bir kısmı bugün butik otellere çevrilen kervansaraylar, o dönemde devletin koruması altındaydılar ve önemli bir işlev görüyorlardı. Şehirlerde ise dışarıdan gelenlerin konaklayabileceği hanlar vardı. Osmanlı dönemi İstanbul’unda bu amaçla yapılmış birçok hana rastlamak mümkündü. Ayakta kalan bu hanların bazıları günümüzde ticaret için kullanılmaktadır. Sadece hanlar değil, şehir içinde kervansaraylara da rastlanmaktaydı.
Örneğin Galata’da 15’inci yüzyılda limana gelen gemicilerin kaldığı büyükçe bir kervansaraydan bahsedilir. Tanzimat’la birlikte İstanbul’daki konaklama mekânları da değişmeye başladı, böylece Batılı anlamda ilk oteller ortaya çıktı.
Çünkü Osmanlı, yönünü Avrupa’ya çevirmişti. Batı’yla ilişkiler hızla gelişmekteydi. Hem ticari, hem siyasi hem de turistik nedenlerle Avrupa’dan gelenlerin sayısı artmaya başlamıştı. Yabancı konukların konaklayabilecekleri gerekli konfora ve lükse sahip mekânlara ihtiyaç vardı.
Hoş geldin ya şehri otel
İlk otel, 1941’de Galata’da St. Georg Kilisesi civarında Hôtel des Quatre adıyla açıldı. Aynı yıl bugünkü İstiklal Caddesi’yle Kumbaracı Yokuşu’nun kesiştiği yerde Hotel d’Angleterre açıldı. Burası sadece yabancı konukları ağırlamakla kalmamış, o dönem konser, balo ve benzeri etkinliklerin de gözde mekânlarından biri olmuştur. Londra, Paris ve Viyana’daki yaşam tarzını İstanbul’da da sürdürmek isteyen Grand Rue de Pera sakinlerinin bu standartlarını tutturmak için o yıllarda ardı ardına oteller açılmaya başlamıştı. Örneğin 1849’da açılan Bizans Oteli de Pera’nın tanınmış mekânlarından biri olacaktı. Takip eden yıllarda Hôtel de France, Ambassadeurs Oteli, Hotel de Paris, Hotel de Vienne, Hôtel de Constantinople ve bugün de hizmet veren Grand Hotel de Londres açıldı.
1892 yılının Ağustos ayında yapımına başlanan Bristol Otel özel bir yere sahipti. Pera Palas’tan iki yıl önce 1893 yılında konuklarını ağırlamaya başlayan bu otel, Osmanlı’nın Avrupalı yüzünü yetkin bir şekilde simgeleyen yerlerden biriydi. 1895’te açılan Pera Palas’tan sonra da ilgi çekmeyi sürdürmüştü. Ne yazık ki başta Bristol Otel olmak üzere, 1897’de açılan Tokatlıyan Oteli ve 1930’da yani Cumhuriyet döneminde inşa edilen Park Otel; Beyoğlu’nun en önemli üç oteli, Pera Palas kadar şanslı değildi. Bu üç otel de artık varlıklarını sürdürmüyor.
Park Otel
Kontrolsüz uzadı, tıraşa yolladık!
Bugün aynı isimle bir başka otel yapılsa da 1930 yılında hizmete açılan Park Otel de Beyoğlu’nda kaybedilen otellerimizin arasındadır. Park Otel; İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Taksim Gümüşsuyu İnönü Caddesi üzerinde 1930 yılında inşa edilmiştir. Otelin bulunduğu Gümüşsuyu’nda İtalya Büyükelçisi Baron Blanc tarafından 19’uncu yüzyılın sonunda elçilik konutu olarak yaptırılmış bir konak yer alıyordu. Ancak İtalya hükümetinin yapım bedelini ödeyememesi üzerine konağı Sultan II. Abdülhamit satın aldı. Sultan, İtalyan elçisinin oturamadığı konağı bir süre dönemin Hariciye Nazırı Tevfik Paşa’ya verdi. Daha sonra bir başka Hariciye Nazırı Rıfat Paşa burada ikamet etti. Yani geçmişi hayli çetrefilli olan bu konağın Osmanlı’nın son dönem dışişlerine doğrudan tanıklık yaptığını söylersek abartmış olmayız.
Bu hikâyesi katmerli konağın serüveni bunlarla da sınırlı kalmadı, 1911’de çıkan bir yangında tümüyle yandı. Konağın otel yapılması için yılların geçmesi gerekecekti.
Nihayet 1922’de otelin ilk projesi çizildi. Ve 1930 yılında Tevfik Paşa’nın oğulları tarafından bina inşa edilerek otel yapıldı. Başlangıçta adı Park Otel değil, ‘Miramare’ idi. Tevfik Paşa’nın ailesi bu işte uzman değildi, otelcilikte pek de başarılı bir sınav veremediler. Sonunda bu özel yer, Aram Hıdır’ın işletmesine geçti. Adı da ‘Park Otel’ olarak değiştirildi. Böylece İstanbul o muhteşem konaklama mekânlarından bir yenisine kavuşmuş oldu.
Şehrin bu yeni oteli ancak Pera Palas ve Tokatlıyan otelleriyle kıyaslanabilirdi. Tıpkı bu iki ünlü otel gibi, Park Otel’in de çok sayıda ünlü ve önemli misafiri olacaktı. Mustafa Kemal Atatürk onlardan biriydi, İngiltere Kralı VIII. Edward’ın otelde kaldığı bilinmektedir. Türkçenin büyük şairi Yahya Kemal Beyatlı da Park Otel’de kalmış, adeta burayı kendi evine çevirmişti. Emekli olduktan sonra tam 19 yıl Park Otel’in bir odasında yaşamıştı. Park Otel’den vazgeçemeyen bir başka önemli şahsiyet de Başbakan Adnan Menderes’ti. Bir katı tümüyle kiraladığından söz edilir. Ancak bu tarihi mekân da zamana direnemedi ve ne yazık ki 1979’da kapatıldı.
Otelin yeni sahiplerinin gözleri yüksekteydi. İmar planına aykırı olarak yüksek katlı yeni bir otel yapmanın hayallerini kuruyorlardı. Amaçları kentin dokusuna zarar verecek ve kentsel ölçüleri tahrip edecek 33 katlı bir yapı inşa etmekti. Ve her türlü fırsatçılığa başvurarak, yasaların boşluğundan yararlanarak, kent bilinci olmayan yöneticilerin de onayını alarak otelin yapımına başladılar. Semt sakinleri başta olmak üzere Mimarlar Odası ve sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle, bir hukuk mücadelesi başlatıldı.
Bu haklı ve özverili mücadele zaferle sonuçlandı. Park Otel’in kat sayısı komşu bina olan Alman Konsolosluğu’nun yüksekliğiyle sınırlandırıldı, fazla olan katlar deyim yerindeyse tıraşlandı. Böylece belki de Park Otel olayı, İstanbulluların şehrin mimarisine, kültürüne sahip çıktıkları ilk önemli olay olarak tarihe geçti.
Bristol Otel
Pera’nın rengi gibi solup gitti
Bristol Otel dönemin yetkin mimarlarından Achille Manousso tarafından tasarlanmış ve adeta Doğu’nun Paris’i imajını desteklemek için kusursuza yakın bir titizlikle çalışılmıştır. Otelin konforu ve sunulan hizmet o kadar iyidir ki, dönemin Belçika Büyükelçisi’nin bütün bir kışı bu otelde geçirdiği gazetelerde yer almıştır. O yıllarda Pera’da açılan bütün otellerde olduğu gibi Bristol Otel de Osmanlı devletinin hizmetinde Batılı yaşamı ve farklılıkları yansıtan bir vitrin vazifesi görür. Tiyatroları, restoranları, meyhaneleri, sanat atölyeleri ve cıvıl cıvıl sokaklarıyla Pera, 19. yüzyılın kültür-sanat başkenti olan Paris’e özenmektedir. Bristol Otel de, işte bu yeni, batılı ve renkli kültürel yaşamın bir parçası olarak Pera’daki yerini almıştı. Bu görkemli varoluş, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs meselesi gibi utanç verici olaylar yüzünden İstanbullu Rum, Ermeni, Yahudi hemşerilerimizin şehirden zorla göç ettirilmesiyle sekteye uğradı. Rengini yitiren Beyoğlu çokkültürlülüğe veda ederken, tiyatrolar, eğlence merkezleri, restoranlar gibi tarihi oteller de birer birer ortadan kaybolmaya başladı. Bristol Otel de ne yazık ki aynı kaderi paylaşacaktı. Bir süre kapalı kalan otel 1980’lerde Eskişehir Bankası Genel Müdürlüğü binası olarak hizmete açıldı. Yine de Beyoğlu’nda yıkılıp giden öteki binalar kadar talihsiz değildi.
Mekânın Pera Müzesi’ne dönüştürülme kararı, Achille Manousso’nun eserini korudu. Tarihi bina, mimar Sinan Genim tarafından yenilendi. Dış cephenin bozulmaması için azami çaba sarf edilirken, iç mekânlar müzeciliğe uygun olarak yeniden düzenlendi. Bristol Otel belki bugün yabancı konuklarını ağırlamıyor, balolara, konserlere sahne olmuyor ama dünyanın dört bir yanından gelen sanatçıların kıymetli eserlerini İstanbullularla buluşturuyor. Ve hâlâ şehrin önemli bir kültürel noktası olarak hizmet vermeyi sürdürüyor.
Tokatlıyan Oteli
Casusların açık savaş alanıydı
Tokatlıyan Oteli, kaybolan bu üç Pera oteli içinde İstiklal Caddesi üzerindeki tek oteldi. Üstelik Tarabya’da bir de yazlık binası vardı. Eski bir tiyatro binasının üzerine yapılan mekânın arsası Ermeni Kilisesi’nin vakfına aitti. Önce restoran bölümü açıldı, sonra da otel hizmete girdi. Otelin ilk işletmecisi Mıgırdıç Tokatlıyan’dı, sonra bayrağı damadı devraldı. 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın ortalarına kadar yaşanan birçok önemli politik olaya tanıklık eden otel, Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihsel şahsiyetleri ağırlamıştı. Ayrıca bir dönem casusların cirit attığı bir mekân olmuştu. Özellikle iki savaş arası İngiliz ve Alman istihbaratçıların birbirlerini kolladıkları, bilgi devşirmeye çalıştıkları açık bir casusluk arenası haline gelmişti. Troçki de Sovyetler Birliği’nden ayrılmak zorunda kaldığında bir süre burada konaklamış, Stalin’in baskıları sonucu Tokatlıyan’dan ayrılıp Büyükada’ya geçmişti.
Agatha Christie’nin ‘Orient Ekspresi’nde Cinayet’ romanının bir bölümünde de bu otelden bahsedilmektedir. Abdülhak Hamit, Yahya Kemal, Halit Fahri Ozansoy gibi yazarlarımızı da ağırlayan otel, Mehmet Rauf’un ‘Son Yıldız’ adlı romanında da mekân olarak geçmektedir. Burası, Pera Palas’tan yıllar sonra açılmış olmasına rağmen bu iki otel arasında her zaman bir rekabet olmuştur. Bu rekabette, Tokatlıyan Oteli, İstiklal Caddesi üzerinde olmasının avantajını çok iyi kullanmıştır. Ancak Pera’nın bu görkemli oteli de Beyoğlu’ndaki kültürel yıkımdan payını alacak ve işhanına dönüşecektir. Tokatlıyan’ın Boğaziçi’ndeki şubesi ise yıkıldıktan sonra 1954’te yerine Büyük Tarabya Oteli yapılacaktır.
YAZI: AHMET ÜMİT
FOTOĞRAF: SEBATİ KARAKURT