Ana SayfaRÖPORTAJLAR“Aşk, hayatımızın referans noktası gibi…”

“Aşk, hayatımızın referans noktası gibi…”

Başarılı oyuncu Engin Akyürek ile Moda’da bir araya geldik. Yeni filmi ‘Bir Aşk İki Hayat’ı, İstanbul’u ve yeni kitabını konuştuk…

Röportaj: Senem Bal Ay Fotoğraf: Deniz Özgün Styling: İlknur Şeref Saç ve Makyaj: Onur MarangozMekan: Moda Kayıkhane

“Hayatı büyük olaylar yönlendirir derler, oysa hayat aldığımız küçük kararların toplamıdır…” çok yakında izleyeceğimiz sinema filminiz ‘Bir Aşk İki Hayat’ın fragmanında kulağımıza çalınan bu cümleler… Nasıl bir film bizleri bekliyor?

Bu cümleler aslında filmi çok güzel anlatıyor. Bazen bir film yaparken ya da kitapla ilgili bir şeyler düşünürken sanki hayatla ilgili çok büyük bir şeyi anlatması gerekiyormuş gibi hissederiz. Aslında hepimizin çok sevdiği, hayran olduğu filmler hayata dair o basit olan bizim de hayatımıza benzeyen şeylerdir… Bu film de böyle bir noktada başlıyor. Çok basit bir olay sonucunda, “köpeğini dışarı çıkarsaydı ne olurdu, çıkarmasaydı ne olurdu?” üzerinden başlayan, çok basit bir tercihin sonucunda oynadığım karakter Umut’un hayatının iki türlü halini görüyoruz. Ben senaryoyu okuduğumda, keşke tercihlerimin ihtimallerini görebilseydim dedim. Hep tercih ettiğimiz şeyi yaşıyoruz ama tercih etmediklerimiz hep bir hayal ve bilinmeyen olarak kalıyor. Filmin güzelliği, numarası da burada saklı. Basit bir şeyin aslında hayatımızı nasıl değiştirdiği ile ilgili.

Filmde hayat verdiğiniz Umut karakterinin hikayesini sizden dinlesek…

Aslında Moda’da çekim yaptık. Filmin yüzde doksanı Moda’da geçti. Bir Kadıköy filmi. Umut, Moda’da yaşayan bir yönetmen. Yönetmenlikle ilgili sorunlar yaşayan. İstediği filmleri çekemeyen, reklam filmleri çekmek zorunda kalan biri. Hayatımızın bir döneminde hepimizin karşılaşabileceği ve yaşayabileceği şeyleri yaşayan bir karakter aslında.

Aşk, hayat ve alınan kararlar var filmde. Filmde Umut’un aşk ve hayatın sonsuz seçenekleri arasında aldığı kararların yansımaları nasıl oluyor?

Film bu kararların aslında altını çok çizmiyor. Köpeğini dışarı çıkarmak gibi, o yoldan geçmek gibi basit bir karar. Aslında hayatta bizim çok hesaplamadığımız kararlar. Bunun sonucunda aşkı buluyor. Aslında filmi de anlatan bir sürece doğru gidiyor. Filmin içindeki ikili anlatımı zaten filmin fragmanını gördüyseniz anlamışsınızdır. Filmde farklı iki adam yok, aynı adamın iki farklı hikayesi var.

‘Bir Aşk İki Hayat’ izleyicilere nasıl bir yolculuk vaat ediyor?

Ben kendi hayatlarını gözden geçireceklerine inanıyorum. Mesela sevgilisiyle geldiyse, onunla tanışma hikayesini gözden geçirecek… Meslek tercihleri, yol tercihleri… İnsanlar genelde bu durumların olumlu taraflarını düşünmek ister  ama bu filmde olumsuz taraflarını da görecekler. Filmi izlediğinizde aşka dair, hayata dair bakış açınızı etkileyecek çıkarımlarınız olacağını düşünüyorum.

Kapak çekimimiz için rotamızı Moda ve Kadıköy sokaklarına çevirdik. Filmde de bu hatta geçen bir hikaye var. Sizce semtin ve dokusunun filme nasıl bir etkisi oldu? Çekimleri ne zaman yaptınız, çekim süreci nasıldı?

Bir Kadıköy ve Moda filmi. Temmuz ayında çektik. Yönetmenimiz Ali Bilgin. İşin görünen kısmında Bergüzar Korel ile ikimizin filmi gibi. Ben bunu ‘Bir Küçük Eylül Meselesi’nde de söylemiştim. İki kişilik bir film. Bu da o tatta bir film. Bergüzar Korel ile daha önce birlikte oynamadık, tanışmıyorduk. Onu tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum. Filmde çok kısa süreli bir oyuncu alışverişi olduğundan hemen  bir uyum yakalamanız gerekiyor. Bergüzar’ın oyunculukla ilgili motivasyonu ve işini iyi yapmakla ilgili derdi olması çok kıymetli. İki kişilik bir film. Bu filmde de bunu yakalamamız çok önemliydi. Çok uzun bir hazırlık sürecimiz de olmadı. Hemen filme başlamamız gerekti. En başından çok iyi bir enerji yakaladık. Filmin de ihtiyacı olan bir enerjiydi. Umarım bu filme de geçmiştir diye düşünüyorum. Ben Kadıköy’de yaşıyorum. Sevdiğim mekanlarda, yürüdüğüm sokaklarda çektiğimiz için çok yabancılık hissetmedim. Umut’un oturduğu yerlerde ben de çok oturdum… Filmin çekildiği yerler de filmin kimliği gibi. Kadıköy ve Moda’yı çok hissediyoruz filmde. Umut’un evi, dünyası ve onu var eden yerler burası.

Filmin aşka dair tespitlerini nasıl tanımladığını anlatır mısınız?

Yaşamımızda mesleğimiz, yapacaklarımız, başarılarımız o kadar ön plandaki. Aslında aşk hayatımızda hesaplamadığımız bir yerde gizli… Aşk hayatımızın referans noktası gibi. Bizim aslında kendimizi bulduğumuz bir nokta. Hayat çok güvenli bir noktada giderken, aşık olduğunuzda her şey yerle bir oluyor. Ya da aşk geldiğinde tatsız giden her şey birden güzelleşiyor. Film bize aşkı bulma ve yaşama biçimi üzerinden hayatta nelerin değişebileceğini anlatıyor. Biriyle karşılaştığınızda tüm yaşanmışlıklarınızla o insanın karşısına geliyorsun. Geçirdiğimiz travmalar, yaşadığımız sorunlarla geliyoruz. Onlar bir süre sonra ortaya çıkıyor. Bence filmin en güzel anlattığı yerlerden biri de bu. Köklerimiz, aile olma, anne-baba olmak… Hepimizin geçmişten getirdiği sorunlar var ama bunları nasıl eşitlediğimiz önemli. Benim oynadığım karakter bunu film çekerek çözebileceğine inanıyor ama öyle olmadığını anlıyor.

Şehirde ruhunu ve dokusunu en sevdiğiniz semtler nerelerdir? Şehrin hangi yakası size daha yakın?

Anadolu Yakası’nı seviyorum… Kalamış, Fenerbahçe… Bu sadece sakin ve huzurlu olması dışında hayat duygusuyla alakalı. Burada yaşayanlara bir aidiyet duygusu, hissi veriyor. Ben Ankaralıyım ve geldiğim yere benzetiyorum. Denizin dışında…

Size ilham veren mekanlar, semtler ya da sokaklar var mıdır?

Yaşadığım yer diye söylemiyorum ama Kalamış ve Fenerbahçe’de var. Sokakları, hissini, marinayı seviyorum. Bağdat Caddesi bana iyi gelen yerlerden biri. İstanbul’un belki çok daha güzel yerleri olabilir ama ben sokakta olmayı seviyorum. Yorucu olmayan bir kalabalığı seviyorum. Kalabalığın içinde var olmak bana iyi geliyor. Avrupa Yakası’nda da yaşadım, çok vakit geçirdim. Bebek, Arnavutköy çok güzel. Hatta dünyanın en güzel manzarasına sahip. Üsküdar’ı da çok seviyorum. Olağanüstü bir manzaraya sahip. Şantiye durumundan kurtulup, kendini hissettirmesi lazım. Aslında ben İstanbul’u çekimler sırasında tanıdım. Çekimler sayesinde şehrin çok farklı yerlerine gittim.

Geçtiğimiz aylarda ilk öykü kitabınız ‘Sessizlik’ okuyucularla buluştu. ‘Sessizlik’ okurları özledikleri yıllara doğru yolculuğa çıkaran bir kitap. Kitabın okurları içine alan yönü neydi sizce?

Şöyle bir algı olsun istemedim aslında geçmişe özlem ya da geçmişe dair bir güzelleme gibi bir hisle yazmadım. Sadece bugünün içindesin, bugünkü duyguları, hisleri karşılaştırabileceğiniz tek şey geçmişin. Çocukluğum ve okul maceralarım bir araya geldiğinde güzel bir hikaye noktasına geldiğimi hissettim. Son beş yılda hayat fark etmediğimiz bir hızda gelişti. Daha hızlı. Birbirimizi daha az dinlediğimiz ve birbirimizle daha az iletişim kurduğumuz, daha az hissettiğimiz bir hayata doğru döndük. Hepimiz için geçerli bu. Bunları fark etmeye başladığım noktada aslında bu hikayeler ortaya çıkmaya başladı.

Yazı yazmak hayatınızda ne zamandır var?

Aslında hep vardı. Üniversite zamanlarında öyküler yazıyordum. Çok sistematik yazmıyordum ama arada yazdığım öyküler vardı. Sonra Kafasına Göre adlı dergide yazmaya başlayınca, birikmeye başladı. Birikince de neden bunları kitap yapmıyoruz diye düşündüm. Farklı konularda yazmış olmama rağmen bir evrenin içerisinde bir adamın bu meselelere bakışının toplamı gibi oldu. Meselelere aynı tatta bakan bir şey haline geldi.

Engin Akyürek’in İstanbul’u

Ankara’da doğdunuz ve büyüdünüz… Bugün size İstanbul ve Ankara’nın hayatınızdaki yerini karşılaştırmanızı istesek. İstanbul’da vazgeçemediklerinizi ve Ankara’dan özlediklerinizi sorsak…Ben 2003’te İstanbul’a geldim. Şu anda 2003’te geldiğim Ankara da yok. Şu an o yıllardaki İstanbul da yok. İstanbul dışından nereden gelirseniz gelin, bu şehir size hızlı ve yorucu gelecektir. İnsanlar hep bir yere koşuyor gibi geliyor. Evet, ben de bunu yaşadım ama şunu söyleyeyim bugün bu hız her yerde var. Bir aynılaşmanın içindeyiz, bu tip sorular etkisini zamanla yitiricek düşünüyorum.

İstanbul’u hiç görmemiş birine bu şehri anlatacaksınız. En sık kullanacağınız kelimeler ne olurdu? “Gel gel” derim…

Şehirde keşfettiğiniz bir yer var mı? Keşfedilmemiş bir yeri yok… Biri keşfederse de haber versin.

İstanbul’da en sevdiğiniz semt? Kadıköy.

İstanbul’da hiç gitmediğiniz bir semt var mı? Galiba yok diyebilirim.

Bu şehrin tadını en çok kimler çıkarıyor sizce? Martılar.

İstanbul bir sevgili olsaydı onu elde etmek için neler yapardınız?İstanbul ihanete uğramış incinmiş bir sevgili gibi… Gözlerindeki ışıltı hala duruyor. Kalbini de açabilmesi için önce benim onu kucaklamam ve özür dilemem gerekirdi. Belki beni, bizi affeder…

Şehrin en iyi kavuşma mekanı sizce neresi? Beşiktaş’ta böyle bir his var bence.

Bu şehre en çok hangi sanatçının gelmesini isterdiniz? Qlafur Arnalds ve Hammock sevdiğim gruptur.

Bu şehirde en çok sevdiğiniz tarihi simge hangisidir? Tarihi Yarımada’yı çok seviyorum bir bütün olarak.

En sevdiğiniz yürüyüş parkuru? Caddebostan sahil.

İstanbul olmasaydı nerede yaşamak isterdiniz? Ankara ya da Kaş.

Son…

Okuduğunuz kitap? Sezgin Kaymaz, ‘Nefha’, David Grossman, ‘Bir At Bara Girmiş’.

İzlediğiniz film? ‘Ida’ ve ‘Roma’.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Populer Yazılar